Felsefe, Pdf Hayratı

Entelektüel Bir Katil: Althusser / Gelecek Uzun Sürer Mi?

Merhabalar efenim. Daha önceki yazılarda, annesini, kız kardeşini ve karısını öldüren Pierre Riviere‘den söz etmiştik (Foucault incelemesi). Peki, karısını boğarak öldüren “entelektüel cani” Althusser‘in hikayesini biliyor musunuz? Gelin, birlikte -kendisinin itirafları ile- bu hikayeye bir göz atalım. Buyursunlar.


İnsanlar, Althusser’i felsefi ve siyasi çalışmalarından çok “Gelecek Uzun Sürer” ile tanıyor. Olivier Corpet, Gelecek Uzun Sürer için şunları söylüyor: “Nosografik belgelerdeki anlamda değil, üstün zekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliğini, bunun resmi psikiyatri kurumu tarafından ruh hastalığı olarak “tıbbileştirildiğini” ve büründüğü psikanaliz giysilerini nasıl “mesken tuttuğunu” bize anlatması anlamında, olağanüstü bir belge.”


Tatiana Istomina, Louis Althusser’s Dream


Peki kitabın ortaya çıkış süreci nasıl gerçekleşiyor? Althusser, karısı Helene’yi öldürdükten sonra, Freud’dan, Lacan’dan öğrendikleriyle, sosyokültürel ajitasyonlarla işlediği cinayete bir nevi “kılıflar” bulmaya çalışıyor. Karısını öldürmesinin ardından hastaneye yatırılıyor, bir süre hastanede tedavi gördükten sonra da bırakılıyor. Bu süreçte, basında kendisi ve işlediği cinayet hakkındaki bütün haberleri bir bir inceleyip, Gelecek Uzun Sürer’i yazmaya karar veriyor.


Louis Althusser – Helene Rytmann


“Gelecek Uzun Sürer”, Althusser’in teorik olmayan tek yapıtı. Kitapta en başa dönerek ailesini, doğum yerini, Helene Rytmann’ı nasıl öldürdüğünü ve en nihayetinde on yıl boyunca (Aradaki on yılda mahkemesi görülüyor ve “cinayet işlemeye ehil olmadığı” kararı çıkıyor.) belirsizlik içerisinde psikiyatri kliniklerinde kaybolan(!) hayatını anlatıyor.


Helene hakkında literatürde pek fazla bilgi yok, kendisini sadece Althusserce çizilmiş portresinden okuyabiliyoruz. İlk gençlik yıllarını, annesini ve babasını nasıl kaybettiğini, Spinoza ve Hegel’e karşı tutkulu hayranlığını, Fransız Komünist Partisi üyesi oluşunu ve hayatı boyunca hep emekten yana, aktivist ve anarşist bir tutum izlediğini yine Althusser’den okuyoruz.


Althusser’i anlamak için onun hayatı hakkında detaylıca bilgiye sahip olmak gerekir. Karısını öldürüş hikayesi ve sonrasında otobiyografik özellikler taşıyan kitabının ortaya çıkışından söz etmek istediğim için sizleri detaylara boğmak istemem. Fakat şu anektodları paylaşmak isterim: Althusser’in annesi, 1. Dünya Savaşı’nda çok sevdiği nişanlısını kaybeder, nişanlısı ölünce kadın ölen nişanlısının ağabeyi ile evlenir. Doğan çocuklarına da kaybettiği, çok sevdiği nişanlısının ismini verir: Louis Althusser.


Helene Rytmann


Yıllar sonra Althusser, “Annem beni çok seviyordu.” diyecektir. “Ancak sonraları, psikanalizimin ışığında, nasıl sevdiğini anladım. Onun karşısında ve dışında, kendi başıma ve kendim için var olamamamın altında ezilmiş hissediyordum kendimi. Bu işte bir yanlışlık olduğu; gerçekten sevdiği, hatta baktığı kişinin aslında ben olmadığım duygusu içimden hiç çıkmadı.” “Daha bebeklikten başlayarak, annemin kafasında sevgi olarak hiç ölmeyen bir adamın adı uygun görüldü bana: bir ölünün adı.” diyor, Althusser.


Aradaki detayları geçerek ilerliyorum. (Açıp okuyunuz efem.) 1940’lı yıllarda (2. Dünya Savaşı) Althusser Almanlara esir düşer. Schleswig Stalag XA numaralı esir kampına tutsak olarak gönderilir. 1945 yılında savaş bitene kadar orada kalacaktır. Gelecek Uzun Sürer’de, oradaki yıllarını, tutsak olmanın zorluğunu, savaşın barbarlığını anlatır. Annesi ve babası yanında olmadığı için kendisini bir nevi özgür hisseder. Kampın da kendine göre hiyerarşik bir yönetim tarzı vardır. Bu arada Almancasını ilerletir, hastabakıcılık yapar, kadınların bacak aralarını Alman askerlerden aldığı iki parça çikolata karşılığı seyreder.


Yedeklemeyi burada öğrenir. Uzun yıllar doğru düzgün yemek yememesi, önce parça ekmekleri biriktirmesine, sonra bisküviye, çikolataya, şekere yerini bırakır. Ancak bu yedekleme alışkanlığından hiç vazgeçemeyecektir. Daha sonraları bu, dost yedekleme, “kadın yedekleme” alışkanlığı ile yer değiştirecektir. (İşte tam da bu noktada “entelektüel çapkınlık” dediğimiz, günümüzün kanayan yarasından söz edebiliriz.) Felsefe, siyaset ve psikanalizle ilgili eserlerini bildiğimiz Althusser’in kadınlarla dolu bir hayatı olur. Öldürdüğü karısı Helene’nin yanı sıra, elinin altında hep birkaç yedek kadın bulundurduğunu, eğer bir gün Helene onu bırakırsa ya da ölürse, hayatta yalnız kalmayacağından emin olmak için önlemler aldığını okuyoruz. Savaştan sağ olarak döndükten sonra, yalnızlığın ve umutsuzluğun son kertesini yaşarken Helene ile tanışır ama her zaman başka kadınlar da olur.



Derken zaman geçer, evlenirler, birlikte yaşamaya başlarlar. Althusser, sık sık anksiyete nöbetleri geçirmektedir. Karısı Helene’nin durumu da iyi değildir. Althusser’in yıllara yayılan depresyonu, manik ve hipomanik halleri onun da kötülemesine neden olur. Ayrıca, ilgisizlik ve anlayışsızlık da Helene için çekilmez olmuştur artık. Althusser kitapta, “Ben hastaneye yatınca o, yapayalnız, tek amacı beni ziyarete gelmek, sonra da içindeki tüm kaygı ve korkularla boş eve dönmek olan bir yaşam sürüyordu.” diye yazar.


Helene, bu batıp çıkmalar karşısında kendisini hep yalnız hisseder. Dostları dedikleri onu aramaz. Onunla ilgilenmez. Gelen telefonlarda kimsenin onun hatırını sormaması, kendisini değersiz hissetmeye zaten meyilli bu insanı gittikçe yalnızlaştırır. Birlikte eve kapanık günler geçirirler. Tıklayan kapıya, çalan telefona bakmazlar. Althusser, kapısına ve okuldaki odasının camına “Bir sure yokuz, ısrar etmeyin.” yazılı not koyar. Yani anlayacağınız, kendi bunalım ve yalnızlığına Helene’yi de kurban eder.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine


Kendi cümleleri ile cinayet anını okuyalım:

Birden kendimi ayakta buluyorum; Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki dairemde, yatağın ayakucunda duruyorum; üzerimde sabahlık var.  Kasım ayının kurşuni gün ışığı – 16 Kasım pazar, saat sabah dokuz suları- soldan, zamanla lime lime olmuş ve güneşten kavrulmuş eski kırmızı perdelerin çerçevelediği yüksek pencereden süzülüp karyolanın ayakucunu aydınlatıyor. (…) Önümde Helene var, o da sabahlıklı; karyolanın kenarına oturup geri kaykılmış durumda, sırtüstü yatıyor; bacakları gevşekçe yerdeki halının üzerine salıverilmiş.


Tatiana Istomina, Louis Althusser puts Helene  Rytmann to Sleep


Diz çöküp onun üzerine eğiliyorum ve boynuna masaj yapıyorum. Hiç konuşmadan onun ensesini, sırtını ve böğürlerini ovduğum çok olmuştu. Ama bu kez boynunun ön tarafını ovuyorum. İki başparmağımı göğüs kemiğinin üst tarafından etin yaptığı çukurluklara bastırıyorum ve öylece basılı tutarak yavaş yavaş birini sağa birini sola, kulakların altındaki sert bölgeye doğru kaydırıyorum. Helene’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri tavana dikili. Birden dehşete kapılıyorum; gözleri çakılı oldukları yerden hiç oynamıyor ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış.


Elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş birinin yüzünü o ana dek hiç görmemişim. Yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. Peki, nasıl olmuş da?.. Birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: Helene’i boğmuşum!


Yoğun bir panik içinde atlıyorum, son hızla daireyi bir uçtan uca geçip, yüksek demir parmaklıklı ön avluya inen demir trabzanlı küçük merdiveni uçarcasına iniyor ve, gene koşa koşa, birinci katta oturan Dr. Etienne’i bulacağımı bildiğim revire doğru yöneliyorum. Kimseye rastlamıyorum, günlerden pazar, okul yarı yarıya boş, kalanlar da henüz uyuyor. Doktorun basamaklarını dörder dörder tırmanırken bağırmayı da sürdürüyorum: “Helene’i boğdum,
Helene’i boğdum!”



Althusser, “hapis cezası çekmiş bir insanın dışarıda da cezasının kesildiğini ama akıl hastası damgası vurulan insanın ömrünün sonuna kadar bu yazgıyı taşıyacağını” söylüyor. Ne kadar samimi buldunuz bu sözleri, bilemiyorum.  “Akıl hastanesinden çıkalı iki yıl oldu ama adımı bilen bir kamuoyu için ben hala kayıp biriyim. Ne ölü ne diri, henüz gömülmemiş ama uğraşsız, esersiz. Foucault’nun deliliği anlatmak üzere kullandığı görkemli deyim; yitik insan.” Eşini öldürdüğü için ustaca yaptığı psikanaliz çözümlemelerle, kendini suç mahalinden çıkarmak için neredeyse suçsuzmuş gibi gösterene kadar okuruna dil döküyor. Sizce bu entelektüel savunmalar, bir cinayetten kurtuluş yöntemi olabilir mi? Hayatında hep çokça kadın tutan entelektüel çapkının filozof olması, bir kadını katletmesinin nedenlerini hafifletebilir mi? Ve akabinde entelektüel kılıflar giydirilen nedenlerle ceza almaması adaletli mi? “Hasta” bir adamın “severken, kazara” cinayet işlemesi ve ardından böylesine felsefi açıklamalar yapıp – yazması hakkında ne düşünüyorsunuz?


Akıl ve muhakemenin bir an devreden tümüyle  çıktığı, bir bombanın patlaması gibi bir durum; cinnet, diyeceksinizdir. Peki ya öncesi ve sonrası? Ortalama bir insan, acıdan kaçıp hazza yönelmeye çalışır fakat bunların arasındaki dengeyi gerçekliğin içinde kurar. Diyeceksiniz ki, cinnet hazza yönelik değil, sonunda acı var ama bu o an fark edilmez. Çünkü adam o an gerçeklikten kopmuştur. Bunun üzerine, Althusser’in Gelecek Uzun Sürer ile olgunluğa kavuştuğunu belirtmesinden söz edeceğiz, ben de diyeceğim ki, olgunluk çıldırarak sağlanacak bir bütünlük mü, cinnete methiyeler mi dizelim? Birinizin aklına Zebercet (Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli) gelecek belki… Ve pek tabii şu: Siyaset felsefesine olan katkılarını yok sayamazsın Salomé…


Althusser, neticede “Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş” kitabı yazmış, Foucault, Derrida, Badiou, Debray, Rosset, Bernard-Henri Levy gibi önemli isimlere hocalık yapmış bir isim. Buradan “potansiyel filozoflara” şunu söylemek isterim: Niyetim, Althusser’in düşünsel emeklerini, felsefesini, devlet ve ideolojik aygıtları – Marksizm, materyalizm üzerine çalışmalarını hiçleştirmek değildir. “Her insan filozoftur.” Gramsci, bu sözü sarf ettiği ve felsefenin krize doğru koştuğu o günlerde, hiçbir siyasi figürün, partinin ya da oluşumun, özellikle keskin değişim ve dönüşüm dönemlerinde felsefeyi tekeline alamayacağını savunuyordu. (ki kendisi Devletin İdeolojik Aygıtları adlı çalışmasında Gramsci’nin izinden yürüyor.) Filozof diye neticede bir katilin, felsefi söylemlerle, kurnazlıklarla kendini savunması ve temize çekmesi normal bir durum olarak kabul edilemez. Ortada bir cinayet var. Sevdiği eşini boğarak –bir nebze de severek(!)- öldüren bir entelektüelin, entelektüelce cinayeti.


Althusser, gerçeği tahliye etmek için üstün performans sergilese de bir katil. Helene’nin ölümünü görmezden gelmeye de Althusser’i basitçe okumaya da karşıyım. Aynı şekilde, ataerkilliğin pekiştirilmesine, kadına yönelik şiddetin cezalandırılmamasına karşıyım. Söylenmesi gerekenlerin, fikir ve argümanlarla sınırlandırılmasına ve kadın düşmanı suçların, mevcut eşitlikçi politik stratejiler ve mücadelelerle ilgisiz olarak parantez arasına alınmasına karşıyım. Erkeğin başarılarını kutlarken, erkek şiddetine maruz kalan kadın kurbanın yok sayılmasına karşıyım. O yüzden eleştirecekseniz, sizleri, Althusser’i ciddi ruh sağlığı sorunları, hem erdemleri hem de ahlaksızlıkları, ilginç fikirleri olan, hocaların hocası ama kadın katili olan biri olarak/bir bütün olarak düşünmeye davet ediyorum.  Delilik, deha ve romantik saplantılar bulvarından sapıp, oradan aşağı doğru yürürseniz yorum kısmında fikrinizi yazabilirsiniz efem.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Cahil Hoca / Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders


Helene’yi, bir kadının/insanın yaşam hakkını hiçe sayıp, “Althusser aslında kimseyi boğmadı, Helene’yi boğarken aslında kendini boğdu, boğulan filozof Althusser” güzellemelerini sıkça görmüşsünüzdür. Bazı eleştirmenler, ataerkil egemenliğin ve yapısal kadın düşmanlığının bu kararın nedenleri olduğunu, kurbanın kendisinin susturulduğunu (Althusser konuşmaya devam ederken) ve Althusser’i okumaya devam etmenin kadınların süregiden baskılarına katkıda bulunmak olduğunu söylüyorlar. Sizler bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?


Helene’nin ölümünden 15 gün sonra kendisini gören psikanalist Andre Green’e şöyle söylüyor Althusser: “Davranışlarım konusunda sorguya tutuldum ve Helene’yi eğilimlerim yüzünden öldürdüğümü söyledim.” (Cinayet, Althusser’in kronik melankoli ve akut depresyon tanısı ile tedavi gördüğü günlerde gerçekleşiyor / Birçok itiraftan sadece birisi)


Althusser, daha sonrasında düşüncesinin tüm tortularını Helene’nin hatırasını kurtarmaya ayırarak, cinayetinden kendisini temize çekmek istiyor. Siyaset ve psikanalizle ilgilenen Althusser, entelektüel bakiyesini cinsellikle kurgulayarak, akıl yürütme biçiminde “savunma değil, duruşma” diye  nitelendirdiği özyaşam öyküsünü kaleme alıyor ve yaşamının detaylı anatomisinde işlediği cinayet yansısını ne yapsa da silemiyor.


Althusser, cinayetten sonra, “Kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. Bu iş yakında bitecek olsa da. Evet, bazen gelecek uzun sürüyor.” diyor ve Gelecek Uzun Sürer ortaya çıkıyor. Peki ya sevdiği adam tarafından boğularak can veren Helene’nin geleceği?


Louis Althusser, Gelecek Uzun Sürer buradan indirebilirsiniz. 



Görüşmek üzere efenim.


Kaynak:

William S. Lewis, But didn’t he kill his wife? 
William S Lewis, Louis Althusser and the Traditions of French Marxism
Tatiana Istomina, Philosophy of the Encounter
Louis Althusser, Gelecek Uzun Sürer
Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları
Oliver Corpet, Yann Moulier Boutang, Filiz Gazi,
Aytuna Tosunoğlu,