Genel, Pdf Hayratı, Psikoloji

Evliliğe Karşı: Bir İlişkinin Sosyal, Yasal, Ekonomik ve Psikolojik Sonuçları

“Sayın bayan, herhangi bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle, sayın bay ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”


“Evet!”


“Peki sayın bay, siz de herhangi bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradenizle, sayın bayan ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”


“Evet!”


“Öyleyse, ben de yasaların bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ediyorum.”


Tebrikler, mutluluklar, öpücükler, gülücükler, alkışlar…


Yıllarca beklenen o an, aslında zavallı yalnızlığımızdan kurtuluşumuzun bir parodisi. Hiçbir baskı altında kalmadan öyle mi? Emin misiniz? Öyleyse, ben de hayatın her gün gözümüzün içine soktuğu gerçeklerin bana verdiği yetkiye dayanarak sizi yalancı ilan ediyorum!


Türlü türlü baskı biçimlerine maruz kaldığımız bir hayat yaşıyoruz. Devletin siyasal ve fiziksel baskılarından tutun da toplumun neredeyse her hücresine yayılmış mikro baskı odaklarına dek uzanan bir mekanizma hayatlarımıza yön veriyor. Baskının hangi türüne kurban olacağımız, siyasal düşüncemize, dini inancımıza ya da inançsızlığımıza, etnik kökenimize, cinsiyetimize, cinsel yönelimimize ve sosyal statümüze göre değişiyor. Bu baskılar üzerine düşünürken daha ziyade rüştünü ispatlayarak popüler hale gelmiş sorunlara ilgi gösteriyoruz. Böylesi daha zahmetsiz ve konforlu oluyor çünkü.


Devletin yasakları ya da emperyalizmin komploları üzerine düşünmenin ve konuşmanın zihinsel külfeti çok daha azdır. Böyle bir yaklaşım, kendi günlük yaşamlarımızı değiştirmek gibi bir sancı yaşatmaz, siyasal modaya gayet uygundur ve dolayısıyla her bakımdan caziptir.


Belki de bu yüzden, bazen koca bir ömre mal olan gerçek sorunlarımızı gözden kaçırıyoruz. Zamana yayılarak yumuşatılmış, gelenek ve kültürle perçinlenmiş ve gönüllü kabulle toplumsal düzene entegre edilmiş sinsi bir sorun, son yıllarda giderek daha fazla sayıda insanı içten içe kemiriyor: Evlilik baskısı, sorunun adı tamı tamına budur.


Ülke ve dünyadaki diğer sorunlarla kıyaslandığında, evlilik baskısı kimilerine lüks bir sorunmuş gibi görünebilir. Kan revan içinde yerlerde sürüklenen göstericinin hali her gün vicdan sızlatırken, aileden ve dostlardan gelen “Artık evlen!” telkinlerinin lafı mı olur? Oysa evlilik baskısı dediğimiz şey, akraba ve dostların iyi niyetli uyarılarından çok daha derin ve karmaşık bir meseledir.



Çoğu zaman tebessümle karşılanan bu tatlı bela, hayatlarımız üzerinde kelimenin gerçek anlamıyla ölümcül etkiler yaratmaktadır. Etrafımızdaki kişisel hikayeleri üst üste koyduğumuzda, milyonlarca insanın hayatını yıllarca, hatta bazen ömür boyu etkileyen büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz anlaşılacaktır.


Sorunun gayet ciddi sosyal, yasal, ekonomik ve psikolojik boyutları var. Özü itibariyle evlilik baskısı, insanları istemedikleri hayatları yaşamaya zorlamaktadır. İnsanlar adeta arkadan havuza itilir gibi içine düştükleri bu hayatı, ya acı dolu bir alışma döneminin ardından mecburen kabulleniyorlar; ya da işler dayanılmaz boyutlara ulaştığında, proje büyük bir patlamayla havaya uçuyor.


Elbette mutlu evlilik örnekleri de yok değil. Ancak, çoğu durumda evlilik bir baskı olarak bireyin hayatında belirleyici oluyor ve izi kolay silinmeyen trajedilere yol açıyor. Peki ne oluyor da birey çoğu zaman, farkında olduğu, gördüğü halde, bu tuzağa düşmekten kurtulamıyor? Bu sorunun cevabı, bizi kuşatan değerler sisteminde saklı.


Etrafımızdaki her şey evliliğe işaret ediyor. Hemen hemen bütün dinler, ideolojiler ve rejimler evliliği teşvik ediyor. Eğitim, bilim, kültür, sanat ve gelenekler her vesileyle evliliği kutsallaştırıp yüceltiyor. Çocukluktan yetişkinliğe kadar adeta evliliğe endekslenerek büyüyoruz. Evlilik kurumunun beynimize kazınması için, bir an olsun bile bu kurumdan herhangi bir şüphe duymamamız için her türlü yol ve yöntem deneniyor. Çarpıtma, yalan ve manipülasyon bazen gelenek kisvesi altında bazen de bilimsel bilgi kılığında üzerimize çörekleniyor (evliler daha mutludur, daha uzun süre yaşarlar vb ).


Evlilik böylesine rakipsiz ve alternatifsiz bir ilişki biçimi olarak kabul edilince, şu veya bu şekilde bu ilişkinin dışında olan herkes, potansiyel bir çıbanbaşına dönüşüyor. Bekarlar, müzmin yalnızlar, dullar ve evlenip boşanmış olanlar, rahatsız edici bir diken olarak göze batıyor. Evli olmayanlar, toplumun sosyal sağlığı için adeta bir tehdit olarak görülüyor ve bu tehdidi bertaraf etmek üzere çeşitli mekanizmalar devreye giriyor.


Manzaranın bundan sonraki kısmı çok tanıdık. Kendilerini düzenin sahibi ve efendileri olarak görenler (yani evliler), tehdit olarak gördüklerini (yani bekarları) baskı altına alıyor. Baskının araç ve yöntemlerinden yana sıkıntı yok; tehdit etme, yok sayma, dışlama, aşağılama, alay etme ve de sosyal, yasal ve ekonomik açıdan dezavantajlı durumda bırakma. Eğer evli olmayan biriyseniz, sadece Türkiye’de değil, hemen hemen dünyanın her yerinde bu baskıların şu veya bu çeşidine neredeyse her gün maruz kalırsınız.



Eğer bekar biriyseniz, bu baskılarla uğraşa uğraşa en sonunda belli bir uzmanlığa ulaşırsınız. Bu uzmanlaşma sayesinde, karşılaştığınız baskıları kategorize ederek, hangisiyle nasıl başa çıkabileceğinizi belirlemeye çalışırsınız. Bekarlara karşı sergilenen tutumları, içten ve dıştan gelen baskılar biçiminde kabaca iki kategoriye ayırmak mümkün.


Dıştan gelen baskı, tanımadığınız veya samimi olmadığınız, sadece rastlantısal veya zorunlu olarak bir arada bulunduğunuz insanların medeni halinizle uğraşmalarıdır. Bu kişilerin niyeti sizin iyiliğiniz değildir; kendilerince sizde buldukları bir defodan hareketle sizi iğnelemekten hatta bazen daha da ileri gidip açıkça aşağılamaktan her nedense zevk alırlar.


Herhangi bir ortamda bunlarla karşılaştığınızda, mutlaka bir şekilde yalnızlığınızı size hatırlatırlar, “seçilmemişliğinizi” ve belki de “seçilemezliğinizi” ima etmekten sadistçe bir haz alırlar. Dıştan gelen bu baskı ziyadesiyle mide bulandırıcı ve sinir bozucu olmakla beraber, eninde sonunda bir görgüsüzlüktür ve yaratabileceği tahribat sınırlıdır.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Ortadoğu'da Marjinal Bir Hareket: Karmatiler (Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)

Ne tuhaftır ki, evlenmemiş bireye kan kusturan asıl baskı, içten gelen iyi niyetli baskıdır. Bu baskı türünü ailenizden, dostlarınızdan, komşularınızdan ve bazı durumlarda sevgilinizden görürsünüz. Bu kişilerin niyeti sizin iyiliğinizdir; kendilerince sizin mutlu olmadığınızı, bütünlüklü bir hayattan mahrum olduğunuzu, eksik kaldığınızı düşünürler ve geleceğiniz hakkında kaygılanırlar. Etrafa bakarlar, herkes evlenmiş ve mutlu görünüyor; arkadaşlarınızın çocukları kaç yaşına gelmiş.


Bekarlara, yalnızlara yapılan baskıyı ve yakıştırmaları çok iyi bilirler ve sizin onları yaşamamanız için çırpınırlar. Ayrıca evlilik baskısının bir ucu da onlara değer; örneğin evlilik zamanı gelip geçmekte olan bir yetişkinin annesi babası olmak kolay bir kimlik değil çünkü. Bu manzara içinde sizin evlenmemiş olmanız onlara ciddi ölçüde acı verir ve eşten dosttan gelen her evlilik haberi acıyı daha da derinleştirir.



Denklemi bu şekilde kurdukları için, var güçleriyle size yüklenerek sizi “bu saçma düşüncelerden” vazgeçirmeye çalışırlar. Yaş ilerledikçe iş öyle bir noktaya varır ki bu mesele neredeyse aranızdaki iletişimin başlıca konusu haline gelir. Hem vicdanlı hem de ilkeli olmaya çalışan bir insanın düşebileceği zor durumlardan biridir bu.


Ölümüne ramak kalmış bir ebeveynin sizi evlilik tablosu içinde görememiş olmaktan dolayı her gün yaşadığı gerçek ve derin acıdan daha büyük bir baskı olabilir mi? Vicdanınız bu acının sorumlusunun siz olduğunu söyler, aklınız ise, sırf ebeveyniniz acı yaşamasın diye hayatı kendinize ve bir başkasına zindan etmenin adil olup olmadığını sorar. Bu iki keskin uç arasında savrulup durursunuz.



Kimse şöyle düşünmez: Sevdiğiniz insan sizi değil, hayli deforme olmuş bir sistemin parçası olmayı tercih etmiştir. Aile, dostlar, komşular, iş arkadaşları, adı sanı bilinmeyen uzak akrabalar, memleketteki hemşeriler, mahalledeki bakkal ya da sitedeki güvenlik görevlisi; sırf onlara bir evlilik tablosu göstermek adına, birlikte yaşayabileceğiniz güzel bir hayat olasılığının canına kıymıştır.


Sanırım şu konuda çoğumuz hemfikirizdir: Birbirlerini seven insanlar arasında evlilik lafı geçtiği andan itibaren, ilişkileri kendi kontrollerinden çıkarak, etraflarındaki en alakasız kişilerin de dahil olduğu kocaman bir kitlenin denetimine girer. Böylesine kitlesel bir baskıyla karşı karşıya olan birey, sevgilisiyle evlenmeden birlikte yaşamayı savunmak şöyle dursun, yeni eve alınacak perdenin rengine bile karar veremeyecek kadar inisiyatiften yoksun olur. Etraftaki onca kişiye tek tek dert anlatmaktansa, küçük ödünler vermek daha pratik bir yol gibi görünür. Her küçük ödünün, bize ait olması gereken hayatımızdan koparılmış bir parça olduğunu ve böylece bizi biz olmaktan çıkardığını ne yazık ki kimse umursamıyor.



Evlilik konusunda çok da heyecanlı olmayan, hatta evliliğe epeyce eleştirel yaklaşan pek çok insanın durumu tam da budur. “Birlikte yaşayıp çocuk yapmayı isterim ama toplum buna hazır değil.” , “Ben evliliğe inanmıyorum ama ailemi bu konuda üzmek istemiyorum.” , “Evlilik kurumuna karşıyım ama etrafımdakilerle uğraşacak enerjim yok.” Bunlar hep duyduğumuz açıklamalardır. Şüphesiz bunlar çok daha tehlikeli bir felaketin ayak sesleridir. İnsanlar aslında inanmadıkları bir şeyi yapacaklardır. Trajedinin bu defa hayatın yalnızca bir dönemine değil, tamamına yayılma olasılığı vardır. Bugün istemediğin bir şeyi reddetmek için bile enerjin yokken, evlilik gibi, devasa enerji kaynağı gerektiren bir kurumun altından nasıl kalkacaksın?


Devamını okumak için:


Glenn Campbell, Evliliğe Karşı, Geoaktif Yayınları buradan indirebilirsiniz.