Hesabi İnsan
Hesabi insan, kendini aşma olanağının farkında olmayan insandır. Hesaplayamadığı hazinelerin farkında değildir. İnsan olmasını gerçekleştiremeyen bir varlıktır. Bir anlamda hesabi insan, insanın yüz karasıdır.
Ama hesap, yaşamaktan korkan insanlar için çok büyük bir güvence. Çünkü kendinizi aşabilmeniz, “Hayat bu kadar değil!” demekle olanaklı. “Peki ne kadar?” dediğiniz zaman serüvene girmeniz gerekir. Yani artık keşfedilmemiş ülkelere, yelken açılmamış denizlere gideceksiniz. Ama orada büyük fırtınalar, büyük canavarlar karşınıza çıkabilir ve yok olabilirsiniz.
İşte insan kendini güvence altına almaya çalıştığı anda hesap yapıp, kendi kendini tüketmeye başlıyor. Bunu ikili insan ilişkilerinde de görüyorsunuz. Dostlukların ve aşkın yaşanamamasının ardında da böyle küçük hesaplar yatıyor.
“Yoldan çıkmışlar, çıktıkları için çoktan varmışlar.” diyorsunuz. Yola çıkmak için günlerce hazırlanamayanlara, ya yoldan çıkarsam korkusuyla yolculuk yapamayanlara ne diyeceksiniz?
Hesabi duruş, mutluluğu öldüren şeydir. Örneğin Nietzsche, hayatı boyunca bunu anlattı. Ama Nietzsche’yi okuyup karamsar olan adamlar var, onlara sopayla girişmek istiyorum bazen. Adam demiş ki, ben bir enerji kaynağıyım. Benim insan gibi insan olabilmem, içimdekilerin olabildiğince bastırılmadan ortaya çıkabilmesidir. Oysa yaşam buna izin vermiyor, birbirimizi maskelemek zorunda kalıyoruz. Gerçi Freud medeniyetin temelinin bu olduğunu söylemiş.
Biz de içimizdeki hayvanlığı bastıracağız diye, içimizdeki insanlığı da bastırmışız. Hâlâ içimizdeki erotik enerjiyle ilişkimizde sakatlık var. Erotik yanımız ortaya çıktıktan sonra ayıp bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Onun için vatan, millet, Sakarya, ilim aşkı, sanki hiç Eros yokmuş gibi davranıyoruz, dava adamı kalıbına sığınıyoruz.
İşte bütün bu kalıpların dışında felsefe; çözüm arayanların değil, soru soranların yeridir, şeytanla muhabbettir. Ne zaman ki şeytan sizi alt eder, o zaman insan olduğunuzu anlarsınız.
Felsefe dediğimiz çaba, sevgi ve o sevgiyle yaşanan bilgece bir yaşamı gerektiriyor. Bilgece yaşanan bir yaşam, yalnızca bilgiyle yaşanan bir yaşam değildir. Bilgiyi özümseyerek, içselleştirerek, bilgiyle mutlu olmaya çabalayarak yaşanan bir yaşamdır. Bunu anlayabilmek için “sevginin bilgeliğini” anlamak gerekir.
Sevmenin büyük bir bilgelik gerektirdiğini düşünüyorum. Herkesin birbirinden kolayca nefret ettiği, tiksindiği bir dünya düşünün. Bunu bireyler arasındaki ikili ilişkilerden tutun da, uluslararası ilişkilerdeki “Ben seni yerim, sen beni yersin.” gibi Hobbesçu bir dünya düzeninin içinde düşünün. Sevmenin anlamı büyük ölçüde kaybolmuş…
Paylaşmalarla yaşanır sevgi. Etkileşimlerle. Tam da o paylaşmaların orta yerinde birbirine karşılıklı güvenin, anlayışın, dostluğun bulunduğunu görürüz. Anlarız: Sevgiye, sevdiğime, dostuma sorumluyum. Sevgideki sorumluluk yolunu tuttuk mu, vefa meydanına varırız. O meydan vefa kokar. Bu koku hem yaşama sevinci verir bize, hem de borcumuzu hatırlatır.
Seviyorsak, yaşam enerjisini almada bir ayrıcalığımız var demektir. Bu ayrıcalığımızı hayata yeniden ödemek zorundayızdır. Seviyorum, demek ki borçluyum. Demek ki, bana bu sevgiyi olanaklı kılan hayata vermem gerekenler var. Yılmadan. Korkmadan. Yan çizmeden. Kaçmadan.
Aşkta benim teorim şu; aşk doğuştan hormonlarla ilgilidir ama aynı zamanda kazanılması, edinilmesi gereken de bir şeydir. Emek ister. Hormonu iyi salgılayan aşık olduğunu sanabilir, çıldırabilir, azabilir ama aşk ayrı bir şey. Bir sanat, bir güzellik yaratmaktır aşk. Hıyarların, hamhalat heriflerin işi değildir.
Aşk eşittir sevgili değil! İki kişilik de değil, çok kişiliktir aşk. Bütün dünyayı düşman belleyip, Leyla’yı sevmek değildir. Leyla’da bütün insanlığı sevmektir.
Kaynak : Ahmet İnam : “Hıyar heriflerin işi değildir aşk!”
Eminim Ahmet İnam’ı sayende tanıyan birçok insan oldu. Ben de onlardan biriyim. Seviyoruz seni.
Güzeldi. Hıyarlar her yerde maalesef, hayatlarımızı zehir etmeye devam ediyorlar.
Çok iyi geldi, tam da….
Salomé daha çok yaz gözünü seveyim.
Ellerinize yüreğinize sağlık efenim
Yazının beni en çok etkileyen cümlesi şu oldu “Sevmenin büyük bir bilgelik gerektirdiğini düşünüyorum. ” Uzun zamandır söylemek istediğim ams bir türlü doğru sözcükleri bir araya getirip oluşturamadığım bir cümleydi bu. Teşekkür ederim :))
Yazının her cümlesi başlı başına main point, çok başarılı ve olabilecek en güzel alıntılarla desteklenmiş sizi tebrik ediyor ve yürekten kutluyorum. Başarılar, iyi çalışmalar.
Salome bu aralar yazı atma sürene yavaştık geldi özlüyoruz he ihmal etme bizi. Yine harika bir yazı. Emeğine sağlık.
Yazıya aşık oldum resmen. Ve Ahmet inan’ı Tanımamıza vesile olduğun yüzlerce kez teşekkürler.
Heh yüreğine sağlık Salome ne de güzel bir konuya değindin, hıyar heriflerin işi değildir aşk. Bi anlatabilsek şu zamane gençlere gerçek aşkı.
Ahhh ahhh sevmek birini çok zor çok. Artık sevginin ne demek olduğunu bilmiyor şu gençler. Şu yazıları okusalar da biraz baksalar sevgi dedikleri saplantılara. Yüreğine sağlık Salome. Senin gibiler çok lazım bize
Yazılarınızın arasındaki fotoğrafları çok beğendim onları da siz mi yapıyorsunuz? Ayrıca yazı da harikulade olmuş. Ahmet İnam beye saygılar sizlere sevgiler.
Bu yazıyı okuduktan sonra genel olarak ne yöntem geliştirmemiz gerektiğini daha çok iyi anladım.
Seni Yerim; bu cümlemsi şey neden bir sevgiyi ima ederken kullanılıyor. Neden bu çağda nefret sevginin önüne geçti, neden insanları çok basit nedenlerden dolayı silip hayatına daha basit nedenlerle silebileceğin birilerini alıyorsun. Dönem itibariyle geçmiş yıllara oranla yaratıcılığın, enerjin zaten eksik buna neden sevgiyi de ekliyorsun. Özgüvenini sömüren şey nedir ? yapabileceğin bir çok şey varken , yıkabileceğin onlarca duvar varken neden tam merkezde durup duvarların kendiliğinden yıkılmasını bekliyorsun. (bu Tanrı’nın suçu değil, o sana yardım edeceğim deyip ilk ihtiyacın olduğunda sana yardım etmediği halde ona hala güvendiğin için senin suçun .) Dokunsan yıkılacak kaç tane duvar biliyorsun ama parmağın kanar diye dokunmadın. Okuman, izlemen, dinlemen onlarca şey varken onlara gözlerini ve kulaklarını kapatıp toplumun boş boğaz kesiminin söylediği şeyleri can kulağıyla dinledin ve o içi boş sözleri başka yerlerde yaşatmaya devam ettin. Zaten milyonlarca saçma sapan kalıp varken bu kalıplara yenilerini ekliyorsun çünkü sen de Kalıplar dışında bir şey üretemiyorsun rahatça pembe giyen bir erkeğe gay diyebiliyorsun bu kalıbı sen üretmedin ama bunu en iyi şekilde yaşatmaya devam ediyorsun. Yaratıcılığını kaybettin fakat her gün dünyaya onlarca kötü şey bırakıyorsun. Şimdi içindeki pisliği ortaya dökme fırsatın olsa ne yaratıcı ölümler, kötülükler ve daha bir çok şey üreteceğinin farkındasın. Yapabilirsin ! eğer yapabildiğin tek şey buysa, eğer bu dünyaya kötülükten, nefretten ve kinden başka bir şey katamıyorsan, o minik beynini başka bir dünyaya göçmek için kullanabilirsin. iyi yolculuklar…
Bu yazı yaratıcılığını tamamen yitirmiş domuzcuklara ithafen yazılmıştır.