Müzik, Röportaj, Sanat

İçimizden Yükselen Bir Ses: BABETNA

22 Mart 2017 tarihli BirGün röportajında, Burak Abatay Babetna’yı, “Çok kültürlü, çok dilli bir müziğin icracısı, onları ve onların müziğini tanımlayabilecek en güzel söz belki de çok renklilik.” şeklinde tanımlamıştı.

 

Kendileri hakkında sosyal medya hesapları dışında pek bilgiye sahip olamadığımız Babetna’yı bugün biraz daha yakından tanıyalım.

 

Klişe sorular yöneltmekten ziyade, Babetna’ nın felsefesi, endüstrileşen müzik sektörü, pop-müzik, kapitalist sistemde popüler kültür, tüketim çılgınlığı ve müzik piyasasındaki adaletsizliklerden söz ettik. İşin mutfağından gelen, saygın üniversitelerde müzik eğitimi görmüş ve halihazırda eğitim veren, entelektüel bilgi birikimlerine güvendiğim insanlardan oluşan Babetna’ yı -kendi tarzımda- soru bombardımanına tuttum, buyrunuz.


Klişe timinden kaçalım dedim ama linç timine yakalanmamak adına adettendir soralım: Babetna nedir efenim? Ne zaman ve hangi motivasyonla bir araya geldiniz?


• O zaman öncelikle Babetna kelimesinin anlamına ve neden bu anlamı tercih ettiğimize değinelim. Babetna, Zazaca bir kelimedir. Anlamı, başka çeşittir. Henüz yola koyulduğumuzda bir isimden uzak, oldukça yoğun bir tempoda müziklerimizi düzenlemekle ve müzikal bir konseptte karar kılmak işleriyle daha çok meşguldük.

 

 

Bu çalışmalar sonucunda bir konsepte sıkıştırılması güç olan kültürel ve müzikal bir çeşitliliğin açığa çıkışı bize, müzikal temayı adlandırmaktan ziyade ortaya koyabileceğimiz şeyin dinlediğimiz ve gördüğümüz diğer örneklerden farklı olabileceğini gösterdi. Farklı olan sadece müzikal bir duruş değil, aynı zamanda yaşamsal bir duruştu. Farklı olan; endüstrileşen müzik üretimi içinde sıfır çelişkiyle kendini var eden, diğerlerinden farklı olarak müzik-meta ilişkisini fark edip üretim safhasından sahneleme safhasına kadar kolektivizmi kendimize esas almamızdı.

 

Yani Babetna, adının da hakkını vererek hem başka çeşit bir müzikal yaklaşımın hem de başka çeşit bir müzik-yaşam ilişkisinin üzerine inşaa etti kendini. Bundan yaklaşık üç yıl önce ilk kez bir araya geldiğimizde ilk motivasyonumuz üretim sancısıydı elbette. Bu, hemen her sanatçının varoluş amacıdır. Ama bizi birleştiren esas güç, her birimizin üretim dinamiklerinin daha önceki kapitalist ilişkilenme ve üretme koşulları içinde erimeye yüz tutmuş olduğunu fark etmemizdi. Bunu anlamaya başladığımız zaman artık yeteneklerimizi başkalarına satamazdık.

 


Yapısı itibariyle kolektifliğe ve işbirliğine dayalı yaratıcılığın alanı olması gereken müzik ile bitmez tükenmez özel kâr hırsının adı olan kapitalizm arasındaki ilişkiye inat, Babetna olarak kolektif bilinci ve bağımsız üretimi en öne koyduğunuzu söylüyorsunuz. Nedir sizler için müzikte bu kavramların önemi?


• Kolektivizm ve işbirliği bütün üretim-tüketim ilişkilerinin yaşandığı alanlarda kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkıp kendini var eder fakat esas olan, iş birliğiyle açığa çıkanın paydaşça bölüşümüdür. Öncelikle herkes şu soruyu sormalı kendine: Biz dünyadaki oksijeni kullanırken paydaş mıyız? Doğa ile kurduğumuz ilişkide doğal bir eşitlik söz konusudur. İhtiyacın kadar tüketirsin oksijeni ve kimse sana, “Ben senden daha çok hak ettim dolayısıyla benden daha az oksijen solumaya layıksın.” demez. Toplumsal alanda da birçok olgu hak etmek üzerinden değerlendirilemez. Günümüzde kâr hırsının adı hak ediş olarak kabul görür. Bu hak ediş safsatası elbette müziğin üretilmesi ve sahnelenmesinde de kendini kabul ettirmiştir. Biz bu durumun ancak kolektif bilinç ve üretimle çözülebileceğini düşünüyoruz. Müzikal üretimin kalitesi ancak maddi ve manevi  ortaklaşmayla en güzel şeklini alır.

 


Müzik gruplarındaki enstrümanist ile solist arasındaki ekonomik ve diğer adaletsizlikler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunu hiyerarşi, popüler kültür ve tüketim toplumu bazında nasıl değerlendirirsiniz?


Maalesef müziğin diğer sanat alanlarından çok daha geçirgen bir yapısı var; bundan dolayıdır ki hayatın en kötü şekli ile en yaşanılabilir olanını kolaylıkla içine alabiliyor. Toplumsal çürümeden nasibini en kolay alan sanat alanlarından biridir müzik. Fazlasıyla toplumsal oluşundan kaynaklı öz-benlik kaybının en kolay yaşandığı alandır aynı zamanda. Dinleyiciye ulaşabilme kaygısı telaş halinde yapılmış bir sürü çöp üretimi beraberinde getirebiliyor. Dinlenme ve para kazanma kaygısı doğal olduğu kadar tehlikelidir de. Keza benlik yitimiyle açığa çıkan şarkılar tüketim toplumunun yüceltilişi ile birlikte onları üreten solistlerin iktidarlaşma mekanizmalarına tutunmalarına neden olabiliyor.

 

Buradaki benlik yitimi, hem insanlık tarihinin biriktirdiği devasa müzik kültüründen uzaklaşmak hem de toplumsal adalet ve eşitlikten uzaklaşmaktır. Bilinçli bir müzik dinleyicisi günümüzde kapitalizmin ‘müzik grubu’ kültürünü bitme noktasına getirdiğini, bunun yerini müzikal anlamda sığ ve tüketim toplumunun sınırları çerçevesinde şarkılar yazan, birbirinin kopyası solistlerin geçit törenlerine meydanları açtığını kolaylıkla görecektir. Kendilerince hiçbir müzikal ve toplumsal çelişki barındırmayacak pratikler sergileyen, kendilerinden ve eşit olmayan yaşamdan memnun görünen bu solistler, eşlikçiliği (enstrümanist eşlikçi) meta-şarkı üretiminin ihtiyaçlarına göre revize olmuş, haliyle tamamen kapitalist bir yaklaşımla kullanıyorlar.

 

 

Sahnelenen hızlı tüketim şarkılarından açığa çıkan paranın küçük bir kısmı eşlikçilere dağıtılıyor ve kalan para solistin cebine gidiyor. Bunun tarifini Marx, çok net yapmıştır aslında. Kapitalist üretim ilişkisi yani açığa çıkan parasal oranın büyük kısmının patronun, küçük kısmının ise işçinin cebine gittiği tartışma götürmez bir kapitalist üretim ilişkisi var burada. Bu üretim ilişkisinden güç kazanan ise her zaman hiyerarşidir. Ekonomik üstünlük peşi sıra ayrıcalıkları getirir; ayrıcalıklar ise sosyal üstünlükler oluşturur. Bizce müzik-üretim ilişkisi kapitalizm ve hiyerarşi bağlamında derinlemesine irdelenmesi ve tartışılması gereken konulardır.


Babetna, sınıflı-sömürücü bir sektörde eşitlik-özgürlük düşleri kurarken ve bu doğrultuda çalışmaya gayret ederken finansal olarak yaşama savaşını nasıl veriyor? Dinleyicileriniz için biraz söz eder misiniz?


• Halihazırda grupça pek bir ekonomik refah içinde olduğumuzu söyleyemeyiz. Aksine grup dışında çalışma zorunluluğumuz var.  Bazılarımız müzik eğitmenliği kısmında, bazılarımız ise stüdyo-kayıt ve müzik yönetmenliği kısmında emek vermekte. Kapitalist yaşam ağının içine olabildiğince az girmeye çabalıyoruz ama takdir edersiniz ki hakikat ve günümüz gerçekliği nasıl ki yoğun bir çatışma ve çelişki barındırıyorsa biz de aynı çatışma ve çelişkileri benliğimizde ve yaşamımızda barındırıyoruz haliyle.

 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Baudrillard, Yorgunluk


Jean Baudrillard’ın, “Görülecek hiçbir şeyin olmadığı bir görüntü bolluğu”na denk düşen hal olarak betimlediği kültür endüstrisinde, birey tamamen tüketici rolüne indirgenmişken kültür endüstrisi icraatlarıyla değerlerin içini boşaltmakta, yeniden ve yeniden üreterek onu artık “o şey” olmayan bir hale getirmektedir. Siz, Kürtçe eserlerin kültürün birer değeri olarak değil, bir moda elemanı olarak görülmesine, bir tüketim malzemesine çevrilmesine ve değersizleştirilmesine ne diyorsunuz?


• Aslında burada temel sorun, Anadolu’da yıllarca kültürel  asimilasyondan geçirilmiş ve günümüzde popüler kültürün de desteğiyle katmerli bir asimilasyona maruz kalan etnik kültürlerin nasıl hayatta kalacağıyla ilgilidir. Cumhuriyet tarihinin tektipleştirici politikalarının gerçekleştirdiği kültürel kıyım Anadolu ve Mezopotamya’nın kültürel zenginliklerinin çoğunu marjinalize etse bile Kürt varoluşunun ve kültürünün nüfus ve coğrafyadan da kaynaklı büyük oranda ayakta kaldığını görüyoruz; fakat buna mukabil günümüzde popüler tüketim kültürünün aynılaştırıcı gücü bu kültür üzerinde daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit eski yöntemlerin ötesinde, çok sinsi bir tehdittir.

 

 

Çok kültürlü toplumsal dinamikleri sentetik kitle kültürüyle değiştirip bireysel varoluşu hızlı tüketim alışkanlıklarının aynılığına hapseder. Yani eski tarz asimilasyonun yerini, günümüz kitle kültürünü oluşturmadaki becerisiyle tüketim endüstrisinin aldığını görüyoruz. Kitle kültürünün yozlaştırıcılığının vurduğu ilk alanlar ise dil ve müziktir. Bir halkın kültürel birikimini, dilini ve müziğini ifade gücünden yoksun bırakarak yok edebilirsiniz.


Felsefe – sosyolojisever, ‘müzik emekçisi’ olmanın bilincinde, eşitlikçi insanlar, sohbet güzel ve aydınlatıcı. Yola ilk çıktığınızda altı kişiydiniz, Ebru Söylemez ve güzel sesi de sizlere eşlik ediyordu. Peki, neden şu an aranızda kadın müzisyen yok? Tercih mi yoksa şartlar mı?


• Grubun ilk hali altı kişiden oluşmaktaydı. İlk üretimimiz olan “Yansıyan” albümümüzü de altı kişilik emekle ortaya çıkardık. Fakat ne yazık ki Ebru kısa süre sonra gruptan ayrılma kararı aldı. Açıkçası Ebru’nun gerçekliği üzerinden kendimizi var etmedik ve ayrılığına dair pek fazla konuşmak da etik gelmiyor bize. Özellikle biz, erkekler olarak toplanıp müzik yapmalıyız tasarrufunda olmadık tabii ki. Tamamen doğal bir birleşme oldu bizimkisi. Şu anda bir kadın müzisyenin olmayışı da ‘olmalı’ üzerinden hareket etmeyişimizden olabilir. Yani bu anlamda bir arayış içinde değiliz. Şu anda güzel bir bütünlük yakaladık fakat ileride gelişebilecek yeniliklere kapalı değiliz.

 

 


İlk albümünüz Yansıyan‘ dan şarkılar insanların dilinde fakat bu biraz rötarlı bir tanınırlık oldu sanki. Insanlar sizi yeni keşfetmiş olmaktan yakınıyor. Reklam ve tanıtım işlerine ne derecede önem veriyorsunuz ya da bunun için ne yapıyorsunuz? Sizce sanatta ticari kaygı olmak zorunda mı?


• Açıkçası biz rötarlı olduğunu düşünmüyoruz. Sosyal medya gibi kitle ulaşım araçlarını kullanıyoruz fakat bunu kendini kaybetmişçesine, kimsenin gözüne sokarak yapmıyoruz. Daha emin adımlarla, en önemlisi grup içinde birbirimizi tamamlama noktasına gelerek ilerliyoruz. Bizim için esas olan,  grup içindeki bireysel yeterliliklerimizi kolektif bir çatı altında her geçen gün ilerletebilmektir ki bu da zamana yayılan bir süreçtir. Şu an çalışarak, emek harcayarak açığa çıkardığımız müziği içimize sindirerek ilerliyoruz. Tüketim kültürü bağlamının dışında düşündüğümüzde kazandığımızı göreceksiniz zaten. Dinleyici de biz de göreceğiz.

 

 

Bu söylediklerimiz, ticari kaygı taşımadığımızın ifadeleridir. Yani çalışmak, yeterliliklerimizi keşfedip bir bütünlük kurabilmek, bütün bu süreçlerin sonunda kendi müziğimizi yapmak ve bunu hunharca pazarlamamak. Elbette sadece kendi müziğimizi yaparak geçinmek istiyoruz biz de fakat bu düşünce erozyona uğrayıp kâr hırsına dönüşünce o zaman işin rengi değişir. İşte o zaman kitle kültürünün müzik üreticisine dayattığı sığ, aynılıktan kokuşmuş, dinleyicilerin kendilerini hiç yormadan aperitif gibi tükettikleri müzikler üretilir. Ticari kaygının yolu, kitlenin hazmedebileceği basitlikte müzikal üretimler yapmaktan geçer. Oysa biz dinleyiciyi değil, dinleyici bizi keşfetmeli. Yani dinleyici bizi seçmeli. Çoğunluğu peşinden sürükleyen müziklerin kaçta kaçının müzikal ve varoluşsal bir anlam barındırdığını savunabiliriz?


Yeni albüm çalışması içerisindesiniz. İkinci albüm neden bu kadar geç geldi, sizce üretime ve yaratıcılığa ket vuran etkenler nelerdir?


• Açıkçası ilk albümümüzün üzerine yatıp aynı repertuvarla sizin de dediğiniz gibi insanlar bizi yeni  keşfetmiş olmaktan yakınıyorken uzun bir süre devam edebilirdi. Fakat biz yeni şarkılar besteleme, düzenleme ve sahnelemeyi tercih ettik. Öyle ki çoğu sahnemize yeni bir kaç şarkı ekleyerek çıktık. Her bir şarkıya yeni müzikal düzenlemeler yaptık ve bunları sergilemekten hiç çekinmedik. Keza var olan şarkılarımız sevilmeye başlamışken yeni müzikal arayışlarla yeni şarkılar düzenleyip bunları sahnelemek her zaman için bir risktir.

 

 

Biz, bize hoş geleni yapmaya çalıştık ve dinleyicilerimizden de bolca olumlu dönütler aldık. Ayrıca bu süre zarfında “Sürgün” ismiyle bir tekliye de imza attık. Açıkçası albüm safhası bizi pek zorlayan bir safha değil. Her birimiz işin mutfağında, stüdyolarda piştik. Dolayısıyla kimseyle kapitalist bir üretim ilişkisi kurmak zorunda kalmıyoruz albümün stüdyo kayıt aşamasında. Sahnede var olan enstrümanlarımızla stüdyo kayıt aşamasını bitiriyoruz. Kolektif bir grup oluşumuzun artısı da budur. Standart bir solo albüm kolektif bir ihtiyaca gerek duymadan bitiriliyor. Adını bile bilmediği enstrümanistler albümünü bitiriyorlar solistin. Ona düşen kısım ise albümüne emek verenlerin paralarını karşılamak, müzik yönetmeninin ve enstrümanistlerin zaten bitirmiş olduğu aranjmanların üzerine sesini eklemek oluyor.

 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Zweig'ın Frued'u Son Ziyareti ve Dali

Bu sebeple yoğun ekonomik kaygılar yaşar solist ve yeni bir albüm çalışmasına girmek onun için pek kolay olmayan bir durum olur çıkar. Öncelikle albüme koymak istediği şarkılarını veya bestelerini, kendisinin müzikal yetersizliğinden kaynaklı, düzenlemesi için bir müzisyene (müzik yönetmeni) vermek zorundadır. Biz tam da bu sebeple bu solist arkadaşları müzisyen olarak tarif etmiyoruz. Keza kendileri de kendilerine solist, enstrümaniste de müzisyen deme cehaletini gösteriyorlar. Yaratıcılığın önündeki en büyük engelin sahip olunan cehaletle birlikte kapitalist tüketim ilişkilerinin kucağına düşmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu tarz ucube bir üretim ilişkisinden bağımsız oluşumuz bize daha kaygısız ve tamamen müziğe konsantre olabileceğimiz bir alan açıyor. Keza ilk albümden sonra bu verimli alan içinde biriktirdiklerimizi bizce tam da zamanı gelmişken yeni bir albümde ortaya koyuyoruz. Kısa bir süre sonra on üç şarkılık yeni albümümüz bitmiş olacak.


“Her film, bir sonraki filmin fragmanıdır.” Theodor W. Adorno gayet güzel özetliyor: “Kültür endüstrisi eski olanla tanıdık olanı yeni bir nitelikte birleştirir.” Kapitalizmin bize sunduğu, binlercesi birbirinin kopyası olan, kısır melodilerle -metalarla- dolu bu arz – talep durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz de bundan çok sıkılmadınız mı?


Müzikte tıpkı sanayi toplumuna geçişten sonra devasa fabrikalarda seri üretime geçilerek ihtiyaçtan fazlasının üretildiği ve kâr etmenin tek kural olduğu üretim sistemindeki gibi bir endüstrileşme yaşıyor. İhtiyaçtan fazla olan şey kâr hırsının sattırmaya çalıştığı metadan başka bir şey değildir. Biz sanatta metalaşmaya yer olmadığını düşünüyoruz. Satış değeri düşünülüp bestelenmiş hiçbir şarkı kalıcı olmaz. Sanat arz-talep ilişkisi girdabına girerse ortaya çıkan ürünler kimliksizleşir. Keza günümüzde karşılaştığımız kısır melodiler üzerine inşaa edilmiş hazmı kolay şarkılar, seri üretim yapan bir fabrikada belli bir standardizasyonla üretilen besin değerinden önce anlık hazzı artıracak besinler gibidirler. Varoluş sancısı yaşamadan açığa çıkan şey sanat olamaz; olsa olsa kitlelere anlık haz aldırıp onları toplumsal çelişkilerden soyutlayan bir kitle kültürü aracı olur. Biz bu çelişkileri aramızda tartışarak yeni üretimler yapmaya gayret ediyoruz.


Sahnede, farklı kültürler, farklı makamlar ve farklı duygular arasında doğaçlama geçişler yapıyorsunuz, dinleyiciler kadar kendiniz de epey eğleniyorsunuz. Provalardan veya sahneden akılda kalmış ilginç bir anınız var mı?


• Sahnelerimizin epey keyifli geçtiğini söyleyebiliriz. Enstrümanlarımızla kurduğumuz bağın güçlü oluşu, müzikal renkler içinde kaybolmamızı sağlıyor. Her ne kadar sahneye çalacağımız şarkıları düzenleyip çıksak bile, her sahnede ayrı doğaçlama lezzetler ortaya çıkabiliyor. Birkaç sahnede üst üste yaşadığımız bir durumu anı olarak anlatabiliriz mesela. Enstrümanlara hakimiyet ve müzikal beceriyi bazen o anki duygular bastırabiliyor. Özellikle bir şarkının finalini birkaç sahnede peş peşe herkes başka çalınca o kısmı bir kere beraber prova etmek farz oldu. Provada ortaklaştık fakat ilk programda tekrar aynı yerde dağıldık. İlginç olan şey ise halen o şarkının finalinde herkesin başka çalma riskinin devam edişidir.

 


Müziklerinizin yaratım sürecindeki çeşitliliği ve farklı bireysel anlayışların yakaladığı uyumu grup olarak nasıl sağlıyorsunuz?


• Bu toprakların dokusundan beslenen melodileri işlemek kadar keyifli bir şey yoktur herhalde. Dolayısıyla şarkıların aranjman süreçleri de bir hayli keyifli geçiyor bizim için. Buna kendi yaratım süreçlerimizden açığa çıkan bestelerimiz de dahildir. Bireysel yoğunlaşma çok önemlidir üretim sürecinde. Sonuçta her birimizin düşünsel ve müzikal dinamikleri birbirinden farklı. Grup olmanın güzelliği ise bireysel üretimleri yeni müzikal fikirlerle zenginleştirmesindedir. Sanatın doğasında varolan kolektifleşme bilinci özel bir çaba harcamamıza gerek bırakmadan müzikal bir uyum yakalamamızı sağlıyor; böylelikle bizim yapmamız gereken şey üretimlerimizi provalarla geliştirip sunuma hazırlamak oluyor.

 


Dinlediğimiz müzik, müzikal yönelimimiz çoğu zaman kimliğimizin dışavurumunda bir ifade aracı olur derler efenim. Kimleri referans alıyorsunuz ya da kimleri almıyorsunuz diyerek şöyle bir orta açayım.


• Belirli isimler üzerinden hareket etmenin müzikte kısıtlayıcı olacağını düşünüyoruz. Hemen her müzik türüyle içli dışlıyız fakat özellikle özünde barındırdığı özgürlük tutkusu ve kolektif bilinç sebebiyle daha çok rock müzik kapılarını aralıyor bize. Tabii ki her birimiz ayrı ayrı film müziklerinden, dünyadaki her türlü etnik, modern fusion, enstrümantal ağırlıklı funk ve klasik müziğe kadar geniş bir müzik kültürü takipçisiyiz aynı zamanda. Onun dışında, müzikal kimlik arayışıyla üreten yeni müzisyen veya gruplar sıkı takibimizde.


Yakın süreçte ne gibi projeleriniz var? Sizleri daha sık görebilecek miyiz?


• ilk albümümüzdeki müziklerimizin dinleyicide karşılık bulmalarını görmek bizi epey umutlandırıp yeni çalışmalara motive olmamızı sağladı. O yüzden kısa süre sonra bitecek olan, yeni besteler ve aranjmanlarla dolu albüm çalışmamıza hız vermiş durumdayız. Açıkçası şu an için konsantre olduğumuz tek şey, yeni albümümüzün en güzel şekilde bitmesini sağlamak. Yeni şarkılarımızın dinleyicide bir hayli karşılık bulacağını düşünüyoruz. Hemen sonra yapacağımız şey ise yeni üretimimizi kanlı canlı ve en dinamik haliyle sahnelemek olacak.


 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Hevpeyvîn: Hogir Beramed

Babetna isminin açıklaması, Harvey Cox’un, “Aydının görevi her zaman başka türlü düşünmektir. Bu asla bir sapkınlık değil, toplum için kesinlikle gerekli bir özelliktir.” sözlerini anımsattı.

 

 

Sanat, “olağan” denilen sınıflı-sömürücü hayatın giydirdiklerini soyun(dur)mak için vardır. En önemlisi de var olmanın en estetik halidir başkaldıran sanat; yaşanılan çağa tanıklığın estetik yansımasıdır.

 

Yukarıda yer yer alıntıladığım Jean Baudrillard’ ın Sanat Komplosu’nda anlattığı gibi; sanatın günümüz kapitalizminin dünyasında nasıl “piç edildiği”ni, her şeyin “sanat”a dönüştürülerek sanatın nasıl içinin boşaltıldığını, sanat ile kapitalizmin birlikte anılmasının mümkün olmadığını bir de işin içerisinde olan siz değerli insanlardan duyduk.

 

Düzenin, sistemin emir eri olmayı reddeden, sanatını ve düşüncelerini sansürlemeyen Babetna’ ya, bu dolu dolu sohbet için çok teşekkür ediyorum. Adınız gibi başka türlüsünüz!


 

Tolstoy,  peş peşe savunduğu radikal görüşler nedeniyle kendisini: ‘’Bu kadarına Çar ne der?’’ sorusuyla uyarmak isteyenlere şu yanıtı vermişti:

‘’O Çar ise ben de Tolstoy’um!’’

 


Babetna Youtube Kanalı


Babetna Spotify


Babetna Instagram


Babetna Twitter


 

Deniz İnal, Sunay Ersoy, Şervan Ayaz, İlkan Pala, Ciwan Ayaz,


Theodor W. Adorno, “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”,


Theodor W. Adorno, M. Horkheimer, ”Aydınlanmanın Diyalektiği”,


Ayhan Erol, ‘’Popüler Müziği Anlamak: Kültürel Kimlik Bağlamında Popüler Müzikte Anlam’’,


Ünsal Oskay, ‘’Peki Konuşalım: Popüler Kültür Üzerine’’


Jean Baudrillard, ”Sanat Komplosu”