Selamlar, sevgiler, çiçekler, kalpler. Bu haftadan itibaren blogda “Misafir Ol Gel Bana” bölümü açmış bulunmaktayım. Bu bölüm nedir? Efenim hemen anlatayım, dilediğiniz bir yazınızı, dilediğiniz dilde, sansürsüz olarak, istediğiniz herhangi bir konuda ve ister kendi isminizle ister bir rumuzla salomecizrawi@gmail.com adresine, yazınızda kullanmak istediğiniz fotoğraflarla birlikte yolluyorsunuz ve ben yayınlıyorum. Tabii gelen soru ve yorumları takip edip isminiz veyahut rumuzunuzla yanıtlamak şartı ile!
Bu hafta Misafir Ol Gel Bana’ nın konuğu www.kitapkafe.com yazarı sevgili Cem Akar. Kendisini ve güzel paylaşımlarını instagram Kitaphani adresinden takip edebilirsiniz. Cem Bey bizler için Kant’ın Felsefesi’ni kaleme almış, kendisine çok teşekkür ediyor, sizi yazıyla başbaşa bırakıyorum efenim:
Heinz Heimsoeth ünlü bir felsefe tarihçisidir. Felsefe tarihinin ana dal olmasında önemli katkısı oldu. 1950 ve 1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde dersler verdi. Heimsoeth’ in Kant’ın felsefesi üzerine verdiği ders notlarından oluşan çevirileri kitap haline getirilmiş. Almancadan Türkçeye çeviren hocamız ise Takiyettin Mengüşoğlu. Malatyalı olup memleketimizin en önemli felsefecilerindendir. İlk olarak Mengüşoğlu Hoca’nın “Felsefeye Giriş” adlı kitabını okumuş fakat felsefenin içinden çıkamamıştım. Anlatımı ve dili nasılda reçineliydi. Korka korka elime “Kant’ın Felsefesi” kitabını alsam da hem yazarın hem de çevirmenin karşısında saygı duruşunda –esastan- durmak istedim. Kant gibi anlaşılması zor bir filozofu bu kadar basit bir dille anlatabilmek ve yalın bir dille çevirisini yapabilmek büyük başarı kesinlikle. Kant ile ilgili o kadar araştırmadan sonra bu eser başucu kitabı demek hakkını vermemek olur. Baş üstünde taşınması gereken bir kitap olduğunun farkına vardım.
Kant doğumundan itibaren zayıf ve hastalıklı bir bünyeye sahipti. Bu bünyeye rağmen seksen yaşına kadar durmadan çalışıp felsefe, din, coğrafya, hukuk, etik, fizik ve daha birçok alanda makaleler ve kitaplar yazdı. Üniversitede on branşta ders verdiğini söylesem anlarsınız yani… Alman disiplini deyince halkımızın aklına iki şey gelir her dem: Alman milli takımı ve Kant… En azından Kant benim aklıma geliyor. İtibarını iade edelim cümleten. Kant elli yaşında kitaplarını yayımlamaya başlamış ve yirmi yıl aralıksız yazmaya devam etmiş sağlık şartları elverdiğince. Yirmi yılda filozof dünyanın en tanınan Almanlarından oldu.
Kant Aydınlanma Çağı’nın önemli filozof ve bilim insanlarından etkilenmiştir. Copernicus, Kepler, Galilei ile başlayan modern astronomi ve fizik anlayışı Newton ile zirveye ulaşmıştır. Newton’ın mekaniği evrendeki bütün maddi olayları genel bir yasaya bağlıyordu: Yerçekimi Yasası. Kant, yerçekimi yasasını kendi düşünce sistemine uyarlayarak ilk adımı atar. Zaman-mekân içindeki evren bir mekanizmadır. Bu mekanizma Descartes’in de dediği gibi matematik ilkeleri doğrultusunda çalışmaktadır. Kant inançlı bir idealist filozoftur. Ama kendinden önceki idealist ve rasyonalist filozofların teolojik tezlerini çürütür. Aristo, Platon gibi idealist filozofların her şeyin bir oluş halindeki nedensellik teorilerini geçersiz sayar. Zaten adam “Pratik Aklın Eleştirisi” adını verdiği kitabı neden yazsın. Pratik aklı eleştiriyor çünkü deneyimlerinde önemli olduğunu söylüyor. Şu güzelim hayatta teologlar ne kadar öbür dünya ile ilgili yorum yaparsa yapsınlar boş gider, diyor. Zaman-mekân içindeki maddi olayların ötesinde metafiziksel bir bilgiye sahip olamayız, diyor. Pratik akılda kendi içinde sınırlılıklara sahiptir.
Kant’ın üstüne çok düşündüğü bir mesele daha var ki ona değinmeden bu bahsi kapatamayacağım. Ahlak. Ahlak nedir? Kant için sorunun cevabı “Ödev”dir. “Ödevini yapmalısın!” der. Yapmalısın kelimesi üzerinde fazlaca durur. İyi niyet duymak başlıca ödevdir. Disiplin böyle bir şey işte. Ahlak yasası evrenseldir. İnsandan, insanlığa saygı duymasını, kişinin insanlık onuruna sahip çıkması gerektiğini belirtir. Ahlak yasası üzerine düşüncelerinde Hıristiyan teolojisinin etkisi de azımsanmayacak kadar fazladır. Özgürlüğün de gelişigüzel bir şey olmadığını belirli yasalara bağlı olduğunu söyler. Ahlak ve özgürlük, Tanrı için en iyiye ulaşmaktır. Yasalara yaslanın…
Peki sizce bizim bilmemizi sağlayan nedir? Başlı başına akıl mı, deneyimler mi, algılar mı?
Hocam kaleminize sağlık ilk yorum benim olsun diyerek kendime torpil yaptım 🙂
Kant reyizten önceki rasyonalistler, bilgiyi kavramlar üzerinde bir çalışma olarak anlıyorlardı. Buna karşılık ingiliz felsefe geleneğinde bir önceki konuda işlediğim Locke' den beri duyu verileri, duyular, bilmenin gerekli temeli olarak görülüyordu. Kant yeni bir tez ortaya koydu: en yalınından en soyutuna kadar, bütün bilgide iki ayrı yan vardır: algı ve kavram. Bir tarafta duyulara verilen, bizim somut olarak kavradığımız olgular; öte yandan anlama yeteneğinin düşünce ile bağlar kuran işlevi. işte kant yukarıdaki başlıkla bunu açıklıyor. çıplak kavramlar rasyonalisltlerin dediği gibi kendi başlarına bilgi sağlayamaz. Bilginin ortaya çıkması için somut algılar gerekir, yani deneyim. Aynı şekilde algılar da yani sırf deneyim de akıl, anlama yetisi, kavramlaştırma yetisi olmadan bütün bu duyular anlamsız yığın olarak kalır. Eğer bizim deneyimlerimiz varsa ve bunlardan bir şey öğreniyorsak, başka bir deyişle, deneyimde bütünü görme ve kavrama varsa, bu onun maddesi olan duyu verilerinin bilgi formlarıyla birleştirilmesinden ileri gelir. Algı bize sadece ham veri verir. Burada deney ile başlayan bilgi, anlama yetisinin operasyonları ile devam eder. Anlama yetisi ile ben bana verilen bilgiyi işler, düşünür ve kavramlar oluştururum.
Epicharmus (MÖ 450), şunu söylemiştir: “Akıl görür, akıl duyar. Aklın dışında kör ve sağırız.”
Rohat Arslan:)
Peki sorarim sizlere; her sey bize `ogretilmisken` bilgiler ne kadar gercekci olur?
Merhabalar Cem Bey, yazınızı okurken keyif aldım, teşekkür ederim kendi adıma. Ayrıca Salomé Hanım’a da böyle güzel bir projeye önayak olduğu için teşekkürler. Bence bilmemizi sağlayan en temel olgu akıldır efendim, okuduğumuz bir kitapta, bir gazetede vs. bile bilginin bize geçişi esnasında kafamızın içerisinde türlü kurgularla alıyoruz bilgileri, yani deneyimlemiş oluyoruz. Bir daha yazılarınızı okumak dileğiyle, saygılar, sevgiler 🙂
Bu arada alakasız ama ek bilgi Alman aydınlanmasının babası da olsa Kant, "atanamayan öğretmen"di. Doktorasını verdikten ancak 15 yıl sonra kendine üniversitede kadro bulabildi. Tanıdık değil mi? Atanamayan öğretmenlere kadro!
Sayfa da çok güzel şeyler olmuş. Cem bey yazınızı okudukça sayfada daha çok yazmanız gerektiğini düşündüm renk katmışsınız umarım bundan sonra da sizleri burda görür Bilgi ve yazılarınızı bizlerle paylaşırsınız..iki yazara sevgiler..
Anıl kemal bu arada ben:)
Cem Bey yazınızı okurken cok sıkıldım :((
Cem Abi merhabalar, bir felsefe okuyucusu olarak yazınızı çok beğendim, okurken keyif aldım. Teşekkür ederim. Bilmemizi sağlayan algılar yardımıyla kavradığımız olayları deneyimlememiz sonucunda aklımızda bir sonuca varmamızdır bence. Bir daha yazarsın umarım burada. Sevgiler Abii 🙂
Teşekkür ederim Helin arkadaşım. Buarada salomecizrawi bloğunda yazmaya devam edeceğim. Görüşmek üzere 🙂
Sayfa’da ne de güzel değişimler olmuş böyle. Cem bey kaleminize sağlık okudukça okuyasım geldi çok beğendim tebrik ederim. Yazılarını birdaha okumaktan mutluluk duyarız.
Bildiğimiz her şey her zaman bir "öteki"ni arar, başlı başına yapılabilecek çok az şey vardır. "İyi niyet yoksa iyi denilebilecek hiçbir şey yoktur." der Kant, burda saf çıkarcı bir beklenti içinde, ne kadar verirsen o kadar alırsın mahiyetinde; çünkü birbirine ihtiyaç duyanlar hep birlikte ilerlerler. Sextus Empiricus'un bir sözü vardır; " Her aklın karşısında aynı derecede güçlü bir akıl vardır." Bu da gösteriyor ki ahlak bir nevi ödevin zorunluluk almış halidir, ve bu bir okul değil, ödevini yapmadığında bahane üretesin.(ne saçma ki bunları yerine getirirsen özgür oluyorsun der Kant) bu söz de sanırım Salome'nin bir yazısında belirtmiştim Sartre'ın, İnsan, özgür olmaya mahkumdur. sözü ile de uyuşuyor(sanırım bunu bugün incelerim) ya da özgür olman için mahkum olman gerek, "herkese" en çok da kendine mahkum oluyorsun. Özgür olmak dünyanın ve doğanın gerekliliğine göre kararlar vermekle oluyor.
Öznel veya nesnel akıl? Bu kavramlar nasıl olur da insanın düşünce dünyasının bir arada tutmaz çoğu kere şaşırırız. Öznel aklın bir mirası yoktur; ama nesnel aklın ikinci bir dünyayı ayakta tutabilecek bir mirası vardır. Görünürde öznel akıl çoğu kere deneyimlerden(bilimsel deney) uzaktır, ama her seferinde nesnel aklın en büyük rakibidir(acaba başka bir seçenek olmadığı için mi? Ne ise) bilginin ve bilmenin yolunda isek kesinkes "saklanmış Tanrı'ya" sırtımızı yaslamamamız gerek. Aklı, nesneyi, ideayı, ruhu ve varolan dünyayı bir arada görebilmemiz için, tüm deneyimleri deneme imkanı içinde olmamız gerekmez mi? Ama bunları yapmamıza rağmen tek ve kesin olan ölüm ve sonrasını bilmemek ne akla ve deneyime yetmiyor çünkü, burada her şey, ve buna uygun Cicero şöyle der;" İnsanlar hayat yolunda bilinçsiz dolaşmaktadırlar."(Heyyyt ulan!! Ben Kasap Ahmet'in kulağında yumurta pişirmiş adamım, ne demek bilinçsiz)
Akıl, algı ve deneyim üçünün de bir bütün olduğunu düşünüyorum, çünkü geriye dönüp baktığımızda bilim insanları ve filozofların bir çoğunun bölümlere ayrılarak öznel ve nesnel akılla bir yerlere varıldığı görünüyor, ve tartışmalar da hep bunlar üzerinde oluşuyor, bunun kanıtı mı desem, ya da yaşanılan gerçek mi demem gerekiyor bilmem ama edebiyat ve kurgu bize bunu açıkça gösteriyor.
Asıl soru bizi bunlara(akıl,algı ve deneyim) iten hazzın ne olduğudur?
Şöyle bir felsefik soruyu hatirlatti bana:" Beynin gelismesiyle mi dil gelişti, yoksa dilin gelişmesiyle mi beyin gelişti?"
Selamlar bu atmosfer çok güzel, aydın ve aydınlanmaya açık. Lou Salome Cizrawî ve Cem Akar çok teşekkür ederim.
Aklımızı salt olarak kullanabildiğimizde bilgileri bilgisayar gibi herbirimiz kapasitelerimize göre kayıt altına alabilirdik ve bazen de error verebilirdik:) Vesilenizle okuduğumuz tüm bu bilgilerden hepimiz algımıza, aklımıza, duygumuza, deneyimimize göre kesitleri zihnimize kaydediyoruz zannımca; anlattığımızda, yazdığımızda, üzerine düşündüğümüzde, konu üzerinde derinleştiğimizde de bilgi bizim olmaya başlıyor.
Kimimiz Kant’ın atanamayan öğretmen olmasına dikkat kesildik (zira ben artık atasalar da atanmıcam;).
Aramızda şairane işlerden zevk alanlar varsa; “İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve vicdanımdaki ahlak yasası.” sözünü okuyunca Kant’ı ve felsefesinin çekici atmosferine girdi.
Bilgiye aşık adamlardansak da tüm bu bilgileri zihnine kazıdı💪🏻
Kimimize de çok sıkıcı geldi.
Neden?
Bilginin çeşidi, algılarımızın o konudaki duyarlılığı, duygularımız, algımız, deneyimlerimiz, hayat şartlarımız, ilgi alanlarımız…
Bir köpek sadece bir köpektir; kimisi için korkuyu, kimisi için okşamayı, kimisi için dostluğu kimisi için falanı, kimisi için filanı çağrıştırıyor… hasılı aynı şey herkesin zihin aynasındaki yansıması bambaşka.
Hepsinden biraz biraz akıl, algı, deneyim ve en çok da duygularımızın insanlarıyız diye düşünüyor ve daha da uzatmadan #benimyorumlamambukadar diyerek güzellikler diliyorum.
Elif Beder
Yüksek bilince sahip şahsiyetlerin ışıklarından hüzmeleri görüp göstermek, okuyup anlatmak çık kıymetli. Çok Hoşbuldum. Güzel bir adres, buralardayım 🙂
Okumalarını, yorumlarını okuyup bilgilenmek ve okumak, yorumlamak, bilgiyle dolmak adına feyz almak çok güzel. Üretmenin güzelliğinde…
Amenna 🙂