Genel, Misafir Ol Gel Bana

Kısır Bir Döngü: Tekelleşme – 3

Abdi İpekçi’nin 1979 yılında bir suikast sonucu öldürülmesiyle Aydın Doğan’ın basın sektörüne girişi arasındaki benzerliği bulan veya tesadüfe dikkat çekenler var mı bilmiyorum ama o zamanki çalkantılı siyasi ortam sonucu ardından 1980 darbesi gelmesi ve ülkedeki herkesin bir format yemesi ile gidişat çok ilginç hale geliyor.


“Kim ölmek ister ki Bab-ı Ali sokaklarında?” Ömer Karacan’ın, Abdi İpekçi’nin öldürülmesi ile babası Ercüment Karacan’ın Milliyet gazetesini satmaya mecbur kalmasıyla ilgili röportajında kullanmış olduğu bir cümle. Yani özetle; 1979 yılına kadar gerçekleşen katliamları geçerek geldiğimizde, 1979 yılında Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, o zamana kadar Aydın Doğan’ın bir iş adamı olarak vergi rekortmeni olması ve Abdi İpekçi’nin öldürülmesiyle Milliyet Gazetesinin Aydın Doğan’a satılması…


Bu durumlar, bize büyük bir değişimi gösteriyordu. Yani aslında bize değil, o zamanın gazeteci, yazar ve aydınlarına… Ve bir Abdi İpekçi, Uğur Mumcu gibi olamayan sözde aydın, gazeteci, yazar ve sanatçılar, gidişatı kabul edip, format atılarak boşaltılmış yerlere yerleşmeye başlamışlardı. Dillerinde demokrasi, cumhuriyet, özgürlük olan aydınlarımız, kafalarının üstünde çekiç tutulmuş bir şekilde değişim yapabilecek kadar cesurlardı ya da aslında gözlerine kestirmiş oldukları bu boşlukları doldurarak yeni bir “aydın” veya “demokrasi” tanımı yapmak için her yere sessizce üşüşmüşlerdi.


1980’den hemen sonra, İngiltere’den Turgut Özal’ın tavsiyesiyle Asil Nadir gelir. 1980 yılının darbesinden sonra “siyasetin normalleşmesi” diye kullanılan tanımlama olurken; sivillerin, mağdur olanların, fakir insanların normalleşmesi ile ilgili bir sözü hiç kimse dile getirmemiştir.


Hemen bir başka pencereye bakalım. “Babıâli Tanrıları – Simavi Ailesi” adlı kitaba imza atan gazeteci-yazar İrem Barutçu, Aksiyon dergisine verdiği mülakatta, Hürriyet’in satışını ve Simavilerin medyadan çıkışını şöyle aktardı: “Erol Simavi de satıp gitme fikrine yaklaşmıştır. Yazılı basına pahalı teknoloji girmeye başlamıştır. Enflasyon yüksektir, sürekli sermaye artırımı gerekir, promosyonlar rekabeti artırmıştır.”


Bu röportaja bakarsak, bugün dergilerin sürekli promosyonlar yapmasında bir bilinç arayabiliriz. Belki de o büyük gördüğümüz dergiler, promosyonları, başka dergileri kulvarın dışına atmak ve tekelleşmek adına yapıyordur? Neticede benzer dönemlermiş bizim bugün yaşadığımız dönemle o dönemler…


Öte yandan, eski Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in 1990 yılında silahlı saldırıya uğramasıyla Hürriyet Gazetesi’nin sahibi olan Simavilerin çalkantılı dönemleri başlıyor.


Ve sen mi bana, ben mi sana derken, Aydın Doğan ortak oluyor Hürriyet Gazetesi’ne…


Peki, gelelim çıkaracağımız sonuçlara: Aydın Doğan, tüm mal varlığını Demirören grubuna satıyor, Albayraklarla beraber (D&R, İdefix, Turkuvaz Dağıtım) piyasada tekelleşiyor. Bu sefer ortada bir suikast yok! Ancak Aydın Doğan, yeni gelen siyasi anlayış ile tekelleşmedeki yerini Demirören’e bırakıyor.


Ve yine bildiğimiz aydınlar, gazeteciler, sanatçılar, dergiler, gazeteler bu süreci belki hepimizden çok daha iyi bilmekteler. Ancak, herkes var olan gidişattan memnun. Çünkü, olana bitene karışmadan zaman geçirmek, elde ettikleri para, şöhret ve şanı rahat rahat yaşamak için bir önceki yazıda da söylediğim gibi, “Kendilerine verilen kumdan alanda aydıncılık, hakçılık, hukuçuluk, sanatçılık oynamaktadırlar.”


Peki bizler? Edebiyat okuyanlar, müzik yapanlar, sanatla uğraşan herkes ne durumda? Tabii ki bizler, bize uygulanan vergilerle, kısıtlamalarla, işsizliklerle, kayırmalarla bu yaşanan sözde “siyasi normalleşme” diye adlandırılan köşe kapmacanın doğurduğu ekonomik sonuçların bedelini ödemekle yükümlüyüz. Çünkü, onlarda bizim hayallerimizin olduğunu ve bunlar için bize ufak bir ışık gösterene koşa koşa gideceğimiz bilmekteler. Bu bilinç ile elde ettikleri şöhreti, bir hipnoz gibi kullanarak; cesaretimiz, girişimimizi ve onları boykot edişimizi, daha doğrusu gözlerimizi açmamızı engellemekteler.


Yapılması gereken şudur: Herkes, öncelikle kendisinin farkına varmalı ve en yakınındakine sarılmalı, çalışmalı, araştırmalı ve korkmadan, yılmadan hayallerinin peşinden gitmek için mücadele etmeli. Bu sefer “siyasi normalleşme” değil de “hayali olanların normalleşmesi” olmalı. Duygusal ve ideolojik sömürülerden oluşan yazıların bulunduğu bir dergi, sadece bir edebiyat dergisi olmayabilir; özgürlük nutku atan hayran olduğunuz tüm insanlar, sadece bir insan olmayabilir…


Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…


Abdo Uçucu 


İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Herkesin Hayatına Kimse Karışamaz