Felsefe, Pasajlar, Psikoloji

Like ya da Amin Kapitalizmi

“İstediğim şeyden koru beni.” Jenny Holzer


Byung-Chul Han, dijital ortamın sunduğu özgür dünyayı başlı başına bir yanılsama ve gönüllü kölelik olarak görüyor. Örneğin, sosyal medyanın ifade özgürlüğünü genişlettiği konusu. Yazara göre asıl gerçek hiç de öyle değil. Dünyadaki büyük güçler sosyal medyayı halkı izlemek, eğilimlerini takip etmek ve yönlendirmek için kullanıyor: “Bugün her tıklamamız, arama amacıyla girdiğimiz her kavram kayda geçirilir. İnternetteki her adımımız gözlenir ve kaydedilir. Hayatımız tümüyle dijital ağa yansır. Dijital genel görünümümüz kişiliğimiz, ruhumuz hakkında son derece doğru bir iz bırakır, belki de olduğumuzu sandığımız kendimizden daha doğru ya da daha eksik bir iz.”


Bu noktada, Han’ın en çok üzerinde durduğu konu ise “gönüllülük” meselesi. İnsanların özel hayatlarını göstermek için neredeyse pornografik bir arzuya itildiklerini söyleyen Han, sosyal medya aracılığıyla her şeyi gözler önüne serdiğimizi ve bunların hepsini özgür bir hisle “gönüllü olarak” yaptığımızı, sırlarımızı ifşa ettiğimizi söylüyor. “Neoliberal rejimin iktidar tekniği incelikli, kaygan, akıllı bir biçime bürünmüş olup hiçbir şekilde görünür değildir. Bu rejimde tabii durumdaki özne tabiiyetinin farkında bile değildir. Egemenlik ilişkileri tümüyle görüş alanının dışındadır. Bu yüzden de kendini özgür sanır.”



Han, böyle bir ortamı ise ancak akıllı iktidarlar yaratır, der. Çünkü akıllı iktidarlar, güç kullanarak insanlara emir ve yasaklar getirmek yerine bağımlılık yaratmayı amaçlar. Akıllı iktidar, ruhu zorlama ve yasaklardan kurtarırmış gibi davranır. Özgür seçim alanı sunarak aslında özgürlüğümüzü elimizden alır bilinçli ve bilinçdışı hükmederek: “Bizi teşvik eden ve ayartan özgürlükçü, dost çehreli iktidar, talimat ve emir veren iktidardan daha etkilidir. Mührü “Like – Beğendim” simgesidir.”


Neoliberalizm “Beğendim” ya da “Amin” kapitalizmidir.


Bütünsel olarak değerlendirildiğinde neoliberalizmin kendinden önce gelen politikalardan farklı olarak kısıtlamak, zapturapt altına almak ve baskılamak yerine özgürleştirmek, serbest bırakmak ve haz almaya dayalı bir politika olduğunu keşfetmeye başlıyoruz. Tam bu noktada aslında neoliberalizmin özgürlüğü ve haz alma kavramlarını birer baskılama aracı olarak şekillendirdiğini görüyoruz. Kitapta “dijital panoptikon” olarak kavramsallaştırılan, kişinin her şeyi yapabilme ehliyetini eline aldığı ve bunu yaparken kendine dair kendinin bile farkında olmadığı tüm bilgileri, verileri herkesin kullanımına açtığı ve böylelikle uygulanan politikaların bir kıskaç gibi kişiyi içine hapsettiği bir model tarifi görüyoruz.



Aynı zamanda Foucault’nun biyopolitikasına da eleştiriler yönelttiğini görüyoruz. Biyopolitikanın, yani fiziksel dünyanın, bedeni ele geçirme gayesinin geride kaldığı bunun yerine artık ruhun, bilinmeyenlerin yani psikopolitikanın önem kazandığı bir görüşün yerleştiğini anlıyor ve kavrıyoruz.


“Günümüzde zor olan fikrimizi özgürce duyuramamak değil, içlerinde söylenecek bir şey bulacağımız yalnızlık ve susmanın özgür alanlarını yaratmaktır. Baskıcı güçler bugün fikrimizi söylememizi engellemiyor. Tam tersine, bizi buna zorluyor. Bazen hiçbir şey söylemek zorunda olmamak ve susabilmek nasıl bir özgürlüktür? Çünkü ancak o zaman giderek daha ender görülen bir şeyi ortaya koyabiliriz: gerçekten söylenmeye değer bir şeyi.” (Syf, 87)



Foucault’nun ardından (daha önce panoptikondan söz etmiştim) kitapta Hegel, Kant, Nietzsche’nin perspektiftlerinden açıklamalarla beraber Deleuze’un “budalalık” ve iletişim üzerine düşüncelerine rastlıyoruz. Budalalık bakir bir alanı, düşünmenin tamamen yeni bir konuşmaya başlamak için ihtiyaç duyduğu mesafeyi açar, diyen Deleuze bu konu hakkında neler düşünüyor, inceleyelim. (Syf, 85-87 arasından notlar)


Deleuze 1980’deki Spinoza konuşmasında “Söyleyeceğim tamı tamına şudur: Budala olun. Budalayı oynayın. Budalayı oynamak her zaman felsefenin görevi olmuştur.” der. Felsefe başından beri budalalıkla yakından ilişkilidir. Yeni bir ifade tarzı, yeni bir dil, yeni bir düşünce ortaya atan her filozof zorunlu olarak budala durumuna düşmüş olacaktır. Sadece bir budala tamamen öteki olana erişebilir.


Günümüz toplumunda münzevi, deli, budala tipi ortadan kaybolmuş gibidir. Budala (der ldiot) aşırı hassas (ldiosynkrat) biridir. Idiosynkrasie ‘nin sözlük anlamı, vücut sıvılarının kendine has bir karışımı ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan aşırı hassasiyettir. İletişimin hızlandırılmasının söz konusu olduğu durumlarda bu aşırı hassasiyet ötekine karşı geliştirdiği bağışıklığın savunması nedeniyle bir engel yaratır. Sınırsız iletişim alışverişini durdurur. O halde iletişimin hızlanması için bağışıklığın bastırılması gerekir. Enformasyon ve sermaye dolaşımının hızlanması için bağışıklık reaksiyonunun şiddetle bastırılması zorunludur.


İletişim benzerin benzere tepki verdiği durumda en yüksek hızına ulaşır. Ötekiliğin ya da yabancılığın direnci ve inadıysa aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. İletişim tam da aynıların cehenneminde en yüksek hızına erişir. İletişim ve uyum baskısı karşısında budalalık bir özgürlük pratiğini temsil eder. Budala özü gereği bağlantısız, ağ-dışı, enformasyonsuz olandır. Her tür iletişim ve ağ bağlantısından mahrum ezeli dışarıda ikamet eder: “Azimli insanların -uyumlu insanların- oluşturduğu girdapta koparılmış bir gül gibidir budala. Yerleşik insanların, tuhaf bir uyumun parçası olan insanların girdabında.”



Budala, modern mutezildir, heretiktir. Herezi köken olarak seçim anlamına gelir. Bu anlamda heretiğin seçim özgürlüğü vardır. Ortodoksluktan ayrılma cesaretini gösterir. Uyum baskısından kendini cesurca kurtarır. Heretik olarak budala uyuşma zorlamasına karşı direnişin simgesidir. Münzeviliğin büyüsünü kurtarır. Giderek artan uyum baskısı nedeniyle günümüzde heretik bilinci geliştirmek her zamankinden daha acildir.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Saygıdeğer Bir Düşman

Budalalık neoliberal tahakküm iktidarına, sınırsız iletişime, sınırsız gözetlemeye karşıdır. Budala “iletişim”de bulunmaz. İletişimle bulunulamayacak olanla iletişim kurar. Bu nedenle de sessizliğe gömülür. Budala susma, sessizlik ve yalnızlığın özgürlük alanlarını yaratır.


Byung-Chul Han


Her aygıt, her iktidar tekniği boyun eğdirmekte kullanılan kendi kutsal nesnelerini üretir. Bunlar iktidarı maddileştirir ve sabitleştirir. Akıllı telefon dijital bir kutsal nesnedir artık. Tabi kılma aracı olarak tıpkı elde taşınma kolaylığıyla bir tür cep telefonunu andıran tesbih gibidir. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir. Facebook dijitalin kilisesi, sinagogudur. (Syf, 22)


Byung-Chul Han, Psikopolitika