Edebiyat, Felsefe, Misafir Ol Gel Bana

Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi

Dünyaca tanınmış, edebiyat âleminin büyük eleştirmenlerinden İrlanda kökenli Marksist İngiliz edebiyatı eleştirmeni Terry Eagleton’ın yükte hafif fakat bilgide ağır bir de doyurucu  kitabı “Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi” ile karşınızdayım.


Marksizm’in edebiyat ile ilgili teori ve görüşlerini açıklamadan önce Marx’ın edebiyatla olan ilişkisine bakmak elzemdir. Marx gençlik dönemlerinden itibaren edebiyatla çok yakından ilgilenmiştir. Gençliğinde lirik şiirler, tiyatro oyunu ve mizahi bir roman bile kaleme almıştır.  Sanat ve din üzerine el yazmalarından oluşan büyük bir külliyatı var (Ne kadarı yayımlandı bilmiyorum tam sayı itibariyle.) , tiyatro eleştirisi üzerine dergi çıkarmayı planlamıştır.  Balzac üzerine kapsamlı estetik ve edebi bir inceleme çalışması yapmıştır.


Balzac sosyalist fikirlere sahip olmasa da –gerici olarak nitelendirilir Marx tarafından-  Marksist düşünürlerin en sevdiği yazarların arasındadır. Şimdi bu kadar kültürü nasıl teneffüs etmiş derseniz, Almanya’nın entelektüel ortamı bütün filozofları ve düşünürleri edebiyat eleştirmeni kıvamına getirecek ortama sahipti. Nietschze örneği aydınlatıcı olur. Hatta Marx Engels’e mektuplarında, ekonomi politik yazmalarında biçime dikkat ettiğini belirtmiş. Marx çürümüş burjuva liberal değerleri ile çok iyi edebiyat yapılabileceğini de belirtir.


Marksist eleştiri sadece romanların işçi sınıfından bahsedip bahsetmediğiyle ilgili bir kuramın dar kapsamı içine hapsedilemez. Toplumların ekonomik altyapısı; sanat, din, edebiyat, hukuk gibi üstyapılarını belirler. Burada bir parantez açmak gereklidir. İki düşünür hem Marx hem de Engels her zaman altyapının üstyapıyı belirlemediğini aksi durumunda geçerli olup üstyapının altyapıyı da etkilediği koşulların geçerli olduğunu söyler. Edebiyat bir toplumun ekonomik ilişkilerinden dünyayı görme biçiminden –ideoloji-, otoritenin uygulanışı yani baskı araçlarından, din ve geleneklerle egemen ideoloji ile örüntülüdür.


Marx edebiyat eleştirisinin “Her belirli içerik, kendisine uygun biçimi belirler.” diyerek biçimin kusurunu içeriğin kusuruna bağlamıştır. Shakespeare, Balzac, Dostoyevski ve Tolstoy’u büyük edebiyatçı yapan gerçeklik, yaşadıkları çağın çalkantılarının doğumunda, bu çatışmaları yaşayan insanların içinden çıkmalarıdır. Yaşadıkları çalkantılı dönemi karakterleri ile kendi çağlarının tarihsel ve psikolojik derinliğini ve zenginliğini yakalayarak evrenselliğe ve tarihsel gerçekliğe ulaşabilmişlerdir.


Bu evrenselliği taşımayıp da dünya edebiyatına ismini yazdırmış Camus, Kafka, Joyce,  Beckett gibi yazarlar da yer alır. Peki, bu yazarlara evrensel kalemler diyemez miyiz? Bahsi geçen yazarlar yabancılaşma kavramıyla insanın dünyada tarihi olmadığı, olayların kendi denetimleri dışında geliştiğini, benliğin dışında yalnız ve tek bırakıldığını savlar. Bireyin içinde bulunduğu boşluk toplum içinde bir nevi kaos halidir de. Bazı Marksist eleştirmenlerin olumsuz yargıları da olsa bu yazarlardan birine örnek verirsek James Joyce’un Ulysses’ı imge, simge, metafor, ideoloji, anlam, yan anlam vb. tekniklerinin kullanımı açısından bir baş yapıt sayarlar.



Lenin edebiyatın proletaryaya hizmet etmesi çağrısında bulunmuştur. Tam da bu döneme toplumsal-eleştirel gerçekçilik akımı diyebiliriz. Lenin sanatçıları ve edebiyatçıları inşaat sahalarına, madenlere, tarlalara göndererek işçi sınıfı edebiyatının temellerinin atılmasını sağlamıştır. Edebiyat ve sanattaki bu türden yönlendirmeler Atatürk inkılaplarının gerçekleştiği dönemde de yaşanmıştır. Atatürk inkılapları ve Kurtuluş Savaşı’nın Anadolu’ya yapılacak gezilerle yerinde görülüp kitaplara, tablolara, heykeller konu edinilmesi istenmiştir. Kısacası bir cumhuriyet edebiyatının oluşması amaçlanmıştır.


Tekrar SSCB’ye dönersek Stalin döneminde 1934’de başkanlığını Gorki’nin yaptığı Sovyet Yazarlar Kongresi’nde alınan kararlarla edebiyat taraflı, parti yönelimli ve kahramanca olmalıydı. Bu kongreden sonrada artık Marx’ın da çok sevdiği Tolstoy, Dostoyevski, Çernişevksi gibi büyük edebiyatçılar SSCB topraklarından çıkmayacaktı. Nazım Hikmet’in yakın arkadaşı fütürist şair Mayakovski sanattaki baskı ortamından dolayı ( Özel nedenleri dahil olarak) intihar edecek; Lenin dönemi sonrası birçok yazar proleter edebiyat üzerindeki özgürlük ortamını yitirerek sıradan işçi hikayelerine gömülecektir.


Sanat  kimin içindir? Toplum için mi, sanattan anlayan için mi, işçi sınıfı için mi, birey için mi yoksa devrim için midir?


 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  LaVeyan Satanizm