Psikoloji

Max Aub – Örnek Suçlar

Selamlar efenim. Geçenlerde bir araştırma için yana yakıla aradığım, baskısı tükenmiş olan (Mitos Yayınları, 1993) Max Aub- Örnek Suçlar’ı Lezgîn Kitêbçiyan sayesinde bulmuş, okudukça şaşkınlık içinde kalmıştım. Kendisine buradan tekrar teşekkür ederek, sizlere tiyatro olarak da sergilenmeye devam eden bu enteresan eserden söz etmek istiyorum.


Kitap, cinayet itiraflarından oluşuyor. Okurken insanın kafasında itirafların gerçek mi kurgu mu olduğu sorusu beliriyor. İtiraf eden kişilerin itiraflarını ve onların önyargısız bir şekilde konuşmalarını sağlamak için Meksika dağlarından toplanmış “Oaxaca” adlı bir mantardan yapılma uyarıcı kullanılmış.  Bu detay, akıllara Ölümlü Dünya ‘nın son zamanlarda ben dahil herkesin diline pelesenk olan meşhur sorgu sahnesini getirdi. Kiralık katillerden oluşan gizli örgüt üyeleri, içtikleri madde sayesinde itirafları sıralıyorlardı.  (İzlemeyenler için: Küfür içerir.)


“Bunun içindeki etken madde neydi? Bana iyi geldi.”




Araştırmalara göre insan, ortalama bir memeliden altı kat daha yüksek bir kendi türünü öldürme eğilimine evrilmiş, çok enteresan. Konu katiller ya da caniler olduğunda çoğu zaman nefret ve onları yargılama duygusunun önüne geçemeyiz fakat bu kitaptaki cinayet itiraflarını okurken emin olun kendinizi ve ölümün, aynı zamanda hayatın ne denli basit olduğunu sorgulayacaksınız.


Mesela bir örnek: Aptal olduğu için öldürdüm onu, kötü niyetli, cahil, salak olduğu için, kalınkafalı olduğu için, hıyar ağası olduğu için, andavallı, ikiyüzlü, hırtın teki olduğu için, yalancı, kalpazan hıyarın biri olduğu için, cizvit olduğu için, siz seçin nedenini ama şunu unutmayın, herhangi bir neden yeterli, iki tane gerekmez. (s.52)


Yazar diyor ki, cinayeti işleyenlerin anlık olarak yaptıkları bu davranıştan onları ömür boyu sorumlu tutmak bir özentidir. Eleştiriye fazlasıyla açık. Yani okuduğumuz bildiğimiz kadarıyla, öfke durumunda noradrenalin denilen beyin kimyasalı kana karışıyor. Göz bebekleri büyüyor, tansiyon yükseliyor, kaslar kasılıyor ve heyecan hali uyandırıyor. Yani özel bir haz anı yaşanıyor, kişinin içinde orgazmik bir zevk oluşuyor. Anlık öfke beynin karar mekanizmasını bozuyor. Burada Aub’un kurduğu cümleyi onaylayabilir miyiz, bilemiyorum.


Fiziksel şiddet, yıkıcı davranışlar, saldırganlık ve şiddet eğilimi çok boyutlu ve derinlemesine ele alınması gereken konular. Üçüncü sayfa haberleri olarak geçen cinayet nedenlerinin kitaptaki cinayet itiraflarından hiçbir farkı yok, okudukça görecek, kim bilir belki de bazılarına katılacak ve içinizdeki şiddet eğilimini sorgulayacaksınız.



Sizler için kitabın önsözü ve birkaç alıntısı:


İşte size kulağa teğet geçip, ağızdan kâğıda dökülen birinci el mallar. Yalansız itiraflar: Dolambaçsız, yatay ya da dikey, şiddeti açıklamaktan başka hiçbir ereği ya da isteği olmayan itiraflar. İspanya’da, Fransa’da ve Meksika’da yirmi yılda topladığım bu malzemeyi şimdi süslemeye kalkamazdım elbette. İlkel olmalarının nedeni budur. Bu itiraflar kuşkusuz, bu insanların, Tanrı ile aralarını düzeltmek ve günahtan arınmak için söyledikleridir.


İnsanlar oldukları gibidir. Onları bir anlık insanlık dışı bir davranışta bulunmaya iten güdüden, hayat boyu sorumlu tutmak, benim içine düşmeyeceğim bir özentidir. Bu itirafların günışığına çıkardığı olgu, bu insanları suça iten nedenlerin tümünün de duygusal olduğudur. Bence itiraflar safça yapılmış olsalar bile, gerçeklerden söz ediyorlar. Öte yandan, itirafların birbirlerine benzediği söylenecektir. Bunun böyle olması hiç şaşırtıcı değil. Bir Sicilyalı, bir Arnavut, bir Danimarkalı, Norveçli ya da Guatemalalının cinayet işleme nedenleri birbirinin eşidir. Bazı duyarlı kişileri incitmemek için burada Amerikalılar ile Rusları saymıyorum.


Özenti değiller, oldukları gibiler. Kendilerini hemen ele veriyorlar, itiraf etmeliyim şimdi. Onları önyargısız konuşturabilmek için Meksika dağlarından toplanmış Oaxaca mantarlarından yapılma uyuşturucu ya da uyarıcı bir bileşim kullandık, çünkü sorgulamalarda yalnız değildim. Salt yayınlamaya yetkili olduğum kısımları yayınlıyorum. İsim vermiyorum, isimler bende gizlidir.


Ünlü bir İspanyol romanında “şarabın yüreğe can verdiği” söylenir. Yalnızca yüreğe değil. İnsan, kendi sınırlarına tek başına ulaşamıyor bazen. Zirveye ulaşıp oradan çevreye yayılmak için hayvanlar gibi uğraşan ve bunu yapmak için bazı maddelere gereksinimi olan büyük yazarlar tanıdım. Bu durum ressamlarda, mühendislerde ve mimarlarda görülmez. Bu bir üstünlük mü, bilemiyorum. Hiç kimse hatalarını şıppadak kabullenmez. Böyle anlarda kim Tanrı’ya sığınmaz ki? Okuyacaklarınız yalnızca bir fısıltıdır. Parıltısız ama fısıltı yine de. Yosunun üstünde suyun fısıltısı. Adam olmaz ve müzikle dolup taşan bir günahkârın, lirik bir Fransızcayla çok önceleri söylediği gibi. Bütün öbür kitaplarım gibi, bunu da yayınlamamalıydım. Katkım ne? Hiçbir şey. Tarihe yeni bir şey katamıyorsa, hiçbir şeyin değeri yoktur. Zamanımızın insanı yalnızca başarısızlıkla ilgileniyor.


Son büyük efsane de eskidiğinden değil, fazla güçlü olduğundan çöküyor, insanlığın büyüklüğü, kurduğu ütopyaların gücüyle ölçülür. Şimdi hiçbir yere gitmiyorsak, günümüzün idealinin, içgüdülerin bastırılması ve bayağılık oluşundandır. Hadım edilmiş olmanın sözde onuruna ulaşalım derken en iyilerimiz harcanıp gitti.


Yeraltı dünyalarında, nasıl yaptıklarını bilmeden açıklıyorlar benliklerini bu alçakgönüllü suçlular. Ama onlara acıyarak bakmıyoruz. Çünkü onlar da zamanımızın olağanüstü gelişmesine karşı çığlık atamayan bizler kadar aşağılık kişiler. Bilinçli baskıyla bize yükleneni kabulleniyoruz, karşı çıkmıyoruz, herkes rahat. Kaderi tek eliyle nasıl yenebilir insan?


Bu örnekleri sunmak için, doğal olarak absürd bir anlatımı yeğledim. Dolaysız anlatmam mümkün değil. Abartılı anlatımın bu dolambaçlı güzelliği var işte.


Kimin kanatları düşmedi?


Korku, ustalara kadar ulaşmış; ortada dolanan palavracıların dışında kimse başarılı değil artık. Hiçbir zaman toprağa bu kadar yakın durmadık. Bizi hiçbir iz bırakmadan yutacak olan toprağa. Suçu kimselere yüklemeyelim. Belki hava muhalefeti nedeniyle, mahsülü yitirdik.


Bilginin tuzu kimseleri güldürmüyor artık. Çocuklarını yedikten sonra kendi kuyruğunu ısıran bilgelerin dışında. Ne ektik, ne biçtik? Geriye yalnızca kadere dayanan oyun kaldı. Bazıları yorulmazlar oyun oynamaktan. Ben yoruldum. Bu itiraflarda bulunanlar da yorgun. Miyop, gözleri bozuk ve kör bastonlarıyla çılgın çifteler atan insanlar bunlar.



• Yemek yiyeceğine geviş getirdiği için öldürdüm onu.


• Onu başım ağrıdığı için öldürdüm. Beni hiç ilgilendirmeyen bir sürü şey hakkında, durup dinlenmeden konuşuyordu. Ayrıca, ilgilendirse de işler değişmezdi. Önce saatime baktım. Altı kere. Mahsus. Yüzsüz umursamadı bile. Sanırım bu husus göz önüne alınacaktır.


• İsteyerek yapmadım.


• Aptalın tekiydi. Üç kere anlattım, ince ince izah ettim adresi. Açık seçik. Çok basitti zaten: La Reforma Caddesini beşinci köşebaşına kadar yürümesi gerekiyordu. Üç kere karıştırdı ve söylediklerimi tekrar edemedi. Ona çok iyi bir plan çizdim ama boş gözlerle inek gibi yüzüme bakıyordu. Anlamadım. Omuzlarını kaldırdı. Öldürmeye yeterli neden vardı. Öyle yaptım. Üzülüp üzülmediğim başka meseledir.


• Bıçağı aşağıdan yukarıya, bir mandayı deler gibi soktum. Sevişirken boş gözlerle tavana bakıyordu çünkü.


• Beni uyandırdığı için öldürdüm. Çok geç yatmıştım, o kadar yorgundum ki gözümü açamıyordum. “Bir vuruşta tak diye, kafasını gövdesinden ayırdım.”


• Zavallı o kadar çirkindi ki, her karşılaşmamız bir küfür gibiydi. Her şeyin bir haddi vardır.


• Onu ikna etmeye mecbur muydum? Taş kafanın önde gideniydi. Beyni taşlaşmıştı. Öküzoğluöküz! Kafasını yumuşattım birazcık. Bir vuruşta. Görürüz bakalım tartışmayı öğrenir mi bundan sonra? Bilmeyen susmalı!


• İnsanlar bir gün keşfedecekler uykunun önemsizliğini. Tanrı uyumaz. Adem Peygamber de uyumazdı. Hücreler uyumaz, mikroplar da uyumaz. Filler iki saat uyurlar, köpeklerse uyuyabildikleri kadar. Başka bir şey söylemeyeceğim. İnsanlar günahlarını unutmak için uyurlar. Her gün biraz daha fazla uyuyorlar. Geceye sahip çıkana kadar. Başka bir şey söylemeyeceğim. Ölüler uyumaz. Ben de uyumam. Uyuyanı öldürürüm.


• Konuştu ha konuştu ve konuştu ve konuştu babam bre konuştu ha konuştu. Ve konuştu!


• Yahu aptalın tekiydi diyorum anlayın işte! Neymiş yeryüzünde değeri? Parası. Yalnızca parası! İşte para… orada duruyor. Ne olmuş yani?


• Nefesi kokuyordu. Çare bulamadığını o bile kabullenmişti.


• Kimse benimle alay edemez. Hiç değilse bu herif artık edemez.


• Horluyordu. Horlayan aileden biriyse bağışlanabilir. Oysa bu horlayanın yüzünü bile görmemiştim o güne kadar. Horultusu duvarları delip geçiyordu. Ev sahibine şikayet ettim. Güldü. Sonra … bu MÜCESSEM horultunun kaynağım keşfetmeye gittim. Neredeyse kovdu beni.  Benim suçum yok. Ben horlamıyorum. Ayrıca ben horluyorsam bile ne yapabiliriz? Hakkımdır, horlarım. Kulaklarına pamuk tıka.


• Uyumak imkânsızdı: Horluyorsa gürültüden ötürü. Horlamıyorsa: Horlamasını beklemekten ötürü. Duvarı yumruklayınca bir an susuyor, sonra hemen yine başlıyordu.


• Bir gürültüye bekçilik etmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz. Bir çağlayan. Dev bir hava akımı. Köşeye kıstırılmış vahşi bir hayvan. Yüzlerce insanın ölüm döşeklerinde verdiği son nefesler içimi parçalayıp, kulaklarımı zehirliyordu artık. Uyumak imkânsızdı! İmkânsız! Evden taşınmaya da hiç niyetim yoktu. Bu kadar uygun kira ile nerede ev bulurdum? Yeğenimin tüfeğiyle vurdum onu.


• Siz kadın olmadığınız için, otobüse binmediğiniz için, özellikle çevre yolundaki otobüslere binmediğiniz için ya da paydos saatinde Circuito Colonias’taki kirli sarı otobüslere de bineceğiniz olmadığı için… Hem ellenmenin ne demek olduğunu da bilmezsiniz. Herkes bir şey yapıyormuş gibi dizlerini ve kalçalarını sürterek, başka taraflara bakarak yararlanır sıkışıklıktan. Masum güvercinler gibi başka tarafa bakarlar dayanırken. Reziller. İnsan arkasındaki gövdenin baskısından kurtulmak için yer değiştirir itişe kakışa. Ama orada başka bir domuz, elleri cebinde sıkıştırır, fortlar insanı, iğrenç! O hayvan haddini aşmıştı. İki gün üst üste birbirimize düştük otobüste. Kepazelik. Mesele çıkarmak istemiyordum çünkü bilirim o durumda kadınlarla alay ederler hemen. Ne olur ne olmaz, bir daha ardımda dikilirse diye keskin bir bıçakçık aldım yanıma, evet. Birazcık dürtmek, canını yakmak istiyordum. Oysa bıçak tereyağına girer gibi girdi içine. Saf yayık tereyağı gibi. O değildi, bir başkasıydı ama o da öbürü gibi hak etmişti bunu.


• Midem ağrıdığı için öldürdüm onu.


• Benim gibi düşünmediği için öldürdüm onu.


• Kadifeye dokunamam. Alerjim var kadifeye. Adı geçse tüylerim diken diken olur. Bu konu nereden açıldı bilmiyorum. O kibirli herif için en önemli şey kendi keyfiydi. Neresinden çıkardı bilmiyorum ama el kadar bir parça kadifeyi yanaklarıma, boynuma, burnuma sürmeye başladı. Yaptığı son şey bu oldu.


İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Baudrillard, Yorgunluk