Edebiyat, Felsefe, Pdf Hayratı

Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine

” Çok bilgelikte çok keder var; ve bilgisini arttıran kederini arttırır. “

 

Selamlar, geçen gün boş vakit üzerine konuşmuş ve sizlere, ”Boş vakitlerinizde ne yapıyorsunuz?” diye sormuştum. Gelen cevapların -çoğu olmamakla beraber- bir kısmı; okumak. Konuya Schopenhauer’dan bir alıntı yaparak girmiştim. Bugün onu biraz daha açalım:

 

…Boş vakit, hayatın çiçeği veya daha doğrusu meyvesi olduğuna göre, kendilerinde gerçek bir şeye sahip olanlar hakikaten mutludurlar. Fakat insanların çoğunun boş vaktinden ne elde edersiniz? Korkunç bir şekilde canı sıkılan ve kendi kendisine yük olan işe yaramaz bir insan. Dolayısıyla sevinelim aziz kardeşlerim, sevinelim ve sürur bulalım, çünkü biz köle kadının değil, özgür kadının çocuklarıyız.

 

Karamsarların şahı Arthur Schopenhauer, okumak ve her boş zamanda okumak, yazmak ile ilgili nelerden söz ediyor, bakalım:


Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder, okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir.

 

Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır, fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir; ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder. Tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır.

 

Çünkü her boş vakitte okumak ve sürekli olarak sadece okumak zihni mütemadiyen elle çalışmaktan daha fazla felç edici bir etkiye sahiptir. Zira bu ikinci durumda uğraş kişiye kendi düşüncelerini takip edebilme imkanı sunar. Nasıl ki yabancı bir cismin ağırlığı üzerinden hiç eksik olmayan bir çelik yay sonunda esnekliğini kaybeder; başka bir kimsenin düşünceleri sürekli olarak üzerinde bir baskı yahut tazyik unsuru olarak varlığını koruyan bir zihin de körelir. keskinliğini kaybeder. Sürekli yiyerek bir kimse midesini bozar ve böylelikle bütün bedenine zarar verirse, zihin de düşünce malzemesiyle lüzumundan fazla beslenerek boğulabilir.

 

Çünkü bir kimse ne kadar fazla okursa okuduklarından kalan izler de kaçınılmaz olarak o kadar az olacaktır: Zihin üzerine tekrar tekrar yazı yazılan bir tablete benzer. Derin derin düşünmeye zaman yoktur, ve okunan şeyler ancak derin düşünmeyle hazmedilebilir, nasıl ki aldığımız gıdalar bizi yemekle değil sindirimle beslerse. Eğer bir kimse daha sonra üzerinde durup düşünmeksizin sürekli okursa okudukları kök salmaz. Büyük bölümü itibariyle kaybolur. Gerçekten de bedensel gıdalarımızla zihinsel gıdalarımız arasında durum hemen hemen aynıdır: insanın yediklerinin beşte biri ancak hazmedilir, geri kalan buharlaşmayla terlemeyle ve benzeri şekilde kaybolup gider.

 

Bütün bunlardan kağıt üzerine dökülen düşüncelerin kumsaldaki ayak izlerinden farklı olmadığı sonucuna varılabilir:

 

Doğru, adamın yürüdüğü yolu görürsünüz, fakat yolda ne gördüğünü bilmek için onun gözlerine ihtiyaç duyarsınız.


Okuma ve yazma pratiklerimizi gözden geçirmemizi telkin eden sözler efenim, kendisi devam ediyor: “Sırf bayağı kimselerin her gün piyasaya çıkan ve sinekler gibi her yıl katlanarak çoğalan yazdıklarını okumak uğruna bu bütün zamanların ve bütün ülkelerin en nadir ve en soylu kafalarının eserlerinin kapağını bile kaldırmaksızın yüzüstü bırakan halk tabakasının budalalığı ve huysuzluğu inanılacak gibi değildir. “ diyor ve berbatedebiyata ikrah eden duygularımıza tercüman oluyor.

 

“Mutluluğu aramak bile başlı başına bir mutsuzluk sebebidir.” mottosu ile hareket eden biri olarak şu sözlerini paylaşmadan edemeyeceğim:


“Akıllı kişi zevkin değil acı vermeyenin peşinden koşar. Mutluluk öğretisi doğrultusunda yaşamından bir sonuç çıkarmak isteyen kişi, hesabını tattığı sevinçlere göre değil atlattığı felaketlere göre yapmalıdır.”

 

Kesinlikle katılıyorum, en azından insanı daha hayırlı efkarlara gark eden öneriler. Schopenhauer, tıpkı Salomé gibi, salt mutluluğun sadece zihinsel hazlarda olduğunu, diğer her şeyin bir süre sonra hayal kırıklığı yaşatıp insanları yeniden kedere ve üzüntüye sevk edeceğini söylüyor. İnsan elinde olmayan şeyleri arzular ama ona ulaştığı anda birden sıkılmaya başlar. Bu hemen her şey için böyledir. Birini, bir şeyi çok arzular çok istersiniz ama elde ettikten sonra, puff! Bütün büyü bozulur ve her şey buharlaşıverir. O halde insan bir karar vermek zorundadır; ya hazzın peşinden koşacak ve bu sürekli artan hayal kırıklıklarını da beraberinde getirecek ya da zihinsel hazzı tek amaç olarak ortaya koyacak ve dış dünya ile ilgili bütün beklentisini sıfırlayacaktır.


Benim tarafım belli ya sizin?


”Çiçek yanıt verdi: Seni aptal! Görülmek için mi açtığımı sanıyorsun? Kendi zevkim için açılıyorum, başkaları için değil, çünkü hoşuma gidiyor. Aldığım zevk var olmaktan ve açmaktan ibaret”


 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Okur ve Yazar: Delikleri Büyüt!

Arthur Schopenhauer – Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine buradan indirebilirsiniz.

 

 

Görüşmek üzere efem, hörmetler.