Psikoloji

Panoptikon, Sinoptikon, N’apıyon?

Leydiyiz en centılmıns, hoşgeldiniz. Menümüzde, gözetleme ve gözetlenme konuları var. Bütün bunların temelini oluşturan merak nedir? Felsefeci Thomas Hobbes, merak duygusunu “zihnin şehveti” olarak adlandırırken Eleanor Roosevelt, “en faydalı hediye” demiştir merak duygusu için. Merak, canlıları yeni şeyler öğrenmeye yönlendiren bir histir. Sadece insanlar değil, pek çok başka canlı türü de meraklıdır. Doğuştan gelen temel bir duygu olan bu his, bir güdü olarak sınıflandırılamaz. Çünkü merak sonucunda oluşan belirli bir davranış biçimi yoktur. Peki merak bir nimet midir yoksa lanet midir?


Dünyadaki birçok şeyde bulunan çelişki hatta denge merak için de vardır. İnsanlığın gelişiminde büyük etkisi olmasına rağmen başına çokça dertler açtığı da bilinmektedir. Asıl olan merakın nasıl yönlendirildiği ne amaca yöneldiğidir. Kimi merakı iktidarını korumak için halkı gözetlemek, kimi komşusunun çıktığı tatili instagram’da takip etmek, kimi tek tuşla dünyanın öbür ucundaki bir makaleye ulaşmak için vs kullanıyor.


Teknoloji ve tüketim çılgınlığı ile beraber merak neden bilime değil de insanların özel hayatına kaymaya başlamıştır. Günümüzde mobese kameraları, gizli kameralar, internette mesajlarınızın ve arama geçmişinizin kaydedilmesi, internet verilerinizin kaydedilmesi, SS’ ler, telefon konuşmalarının dinlenebilmesi gibi pek çok şey sürekli izlediğimiz hissini uyandırıyor. Artık her an her yerden sürekli olarak “gözetim” altında olan toplumlara dönüşmüş durumdayız.


Aslında içinde yaşadığımız zamanı Panoptikon Hapishane tasarımına benzetebiliriz. Oldukça basit bir tasarımı olan bu hapishane modeli, tek kişilik hücrelerin bulunduğu birkaç katlı daire şeklindeki bir binadır. Hücreler binanın daire şeklindeki duvarında aşağıda fotoğrafta görüldüğü gibidir. Ortası tamamen boş olan bu hapishanenin en ortasında bir kule, kulenin en tepesinde ise nöbetçiler için bir gözetleme odası bulunmaktadır. Şöyle bir düşününce tanıdık geldi mi? Ama hücredekiler kulenin içindeki gardiyanların ne yaptığını, kendilerini izleyip izlemediğini göremiyorlar.


    “Modern iktidar büyük gözaltıdır.” – Michel Foucault

Michel Foucault, Jeremy Bentham’ ın bu kuramını yani hapishane modelinde gördüğünüz sistemi benzer bir şekilde topluma uygulamıştır. Michel Foucault “Hapishanenin Doğuşu” kitabında şöyle diyor: İnsan var olduğu ilk dönemlerde varlığını doğaüstü bir güce atfettiği ilk andan itibaren daimi olarak gözetlendiğini vurgulamıştır. Yani insan tanrısal bir güç tarafından sürekli gözetlenen konumdadır. Bu sistem gözetleme-gözetlenme ilişkisinin ilk örneğini oluşturmaktadır. Foucault’a göre devlet ya da otorite diyelim, kendisine karşı her türlü tehlikeyi izler ve bunu yaptığını da toplumun güvenliği gerekçesiyle beyan eder. Bu şekilde toplumu korumak, huzuru sağlamak adına masum olarak lanse eder. Michel Foucault şöyle sormaktadır: “Gören mi iktidardır, görülmeyen mi, yoksa görülmeden gören mi?” İktidarların kendilerini apaçık belli etmeksizin (ama yine de biz buradayız ve hepinizin tepesindeyiz mesajını dayatarak) hâkimiyetlerini sürdürme esasına dayanan gözetim pratiklerine niçin ihtiyaç duyulmuştur? Dr. Uğur Dolgun bu soruya şöyle cevap veriyor: “Görülen şeyin bilgisine sahip olunur. Bilgisine sahip olunan şey de kolayca egemenlik altına alınır ve iktidar tarafından ele geçirilir. Kısacası, görülebilen her şey denetlenebilir.”



“İktidar her yerdedir. Hapishanede, tımarhanede, hastanede, okulda, bilgide, bilimde ve iş yerindedir iktidar. İktidar; kodlamada, kapatılmada, yasaklamada, baskıda, gözetlemede, denetlemede ve yönetmededir. Okulda okuduğumuz kitapta, evde karşılaştığımız baskıda, gönderildiğimiz odamızda, kilitlendiğimiz tuvalette, sokakta gördüğümüz şiddette, yediğimiz tokatta, tekmede, coptadır. Hastanede yediğimiz sakinleştirici iğnededir, klinikte bilinçaltımıza ulaşmaya çalışılan sözcüklerdedir iktidar. Politikacıların nutukları, anne ve babanın tavsiyeleri, öğretmenin cetveli ve komutanın sana verdiği tüfektedir iktidar. Aynı giydiğimiz önlükte, üniformada, takım elbisede, tulumdadır. İş yerinde kadın yöneticinin yere vuran uzun topuğunda, askerde rütbelinin botlarının parlaklığındadır. İktidar yönetmekte ve yönetilmektedir. İktidar yalnızca baskı uygulamaktan, bastırmaktan, engel çıkarmaktan, cezalandırmaktan ibaret olmadığını; arzuyu yaratarak, zevki kışkırtarak, bilgiyi üreterek; bundan daha derine nüfuz ettiğini de göstermektedir. İktidar bedeni çalıştırır, davranışa nüfuz eder, arzu ve zevkle iç içe girer.”


Hapishane modelinde gözetleyen gardiyandır, toplumda ise devletin kurum ve kişileri. Peki günümüzde? David Lyon’a göre sosyal medya ve internet olgusu ile gözetim akışkanlaşmıştır ve özne artık bilinen bir birey değil her an her yerde olması muhtemel olan, uzaktan sınıflandırılan ve nesneleştirilen herhangi biridir. Yani büyük bir gözetleme-gözetlenme ağı içerisindeyiz. Ekran ya da internet karşısındaki toplumun kamera karşısındaki azınlığı gözetlemesi durumu ise Sinoptikon ‘dur.


Sosyal medya ile birlikte gözetim artık rızaya dayalı hâle gelmiştir, bu da Self-Panoptisizm’ dir. İnsanlar çoğunluk tarafından gözetlenmeyi ve bu şekilde tanınan biri olmayı arzulamaktadırlar. Böylece bireyler internette özel hayatlarının sınırlarını daraltmakta ve mahremiyetlerini isteyerek “gözetim”e sunmaktadırlar. Günümüzde insanlar kendi elleriyle kendi mahremiyet alanlarını daraltıyorlar.


Alışveriş yaptığınız AVM’de, yürüdüğünüz sokaklarda ve çalıştığınız iş yerinde izlenmek, verdiğiniz bütün siparişlerin, abone olduğunuz tüm dergilerin, kaldığınız bütün otellerin vs aslında izlendiğini düşünmek aklınıza gelmiyor değil mi? Neden gelsin? Cem Yılmaz ‘ın CIA espirisi geliyor aklıma, işin özünü okuyunca paranoyaklık seviyesinde değil ama bütün bunların gerçekliği ile yüzleşmek gerekiyor. Tüm dünya devasa bir Panopticon’a dönüştürülüyor.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Sendroma Pûmayê Xêt

Gözetleme ve gözetlenme ile ilgili bugünkü muhabbetimizden kalan soruyu size de sormak istiyorum: Üçüncü bir gözünüz olsaydı nerede olsun isterdiniz?


İktidarın Gözü, Michel Foucault
Şeffaf Hapishane yahut Gözetim Toplumu, Dr. Uğur Dolgun
Hapishanenin Doğuşu, Michel Foucault