Pepûk Kuşu Efsanesi
Bir varmış bir yokmuş, vakti zamanında küçük bir dağ köyünde, anne, baba ve iki çoçuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek, diğeri de kızmış. Bu ailenin, herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir, her şey gönüllerince olurmuş.
Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında, mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde, boylu boyunca dağların eteklerinde bulunan ağaçların gölgeleri ve serinliği içinde güle oynaya büyümüşler.
Taa ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlanıp ölünceye dek. Bu durum, ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Her tarafa ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş.
Bir müddet sonra, evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Evlenmiş ama üvey anneleri kısırmış, çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış. Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder, rahat yüzü göstermezmiş.
Çocukları gece gündüz çalıştırp döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar, bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterilermiş.
Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş, sabah erkenden evden ayrılarak, kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla, bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koymuş ve hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar.
Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün! Torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeşten abla, “Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi? Biz şimdi eve nasıl döneriz? Üvey annemiz bizi öldürür!” deyip çıkışmış kardeşine.
Kardeşi ise “Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim.” demiş. Ancak, ablasını bir türlü inandıramamış. “Abla, eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!” demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış, bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş, kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş.
Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan beri topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri, onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş. Kardeşine inanmamakla hata edip korkudan onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvemiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.
Eve döndüğünde kardeşini soran babasına, “O biraz yoruldu, oduncularla gelecek.” demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş. Nahırla gelecek demiş. Nahır da gelmiş ama çocuk yine yok. Davarla gelecek demiş, davar da gelmiş çocuk hala ortalarda yok. Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış, yanmış, tutuşmuş, parça parça olmuş yüreği.
Kardeşine inanmamakla hata edip onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla Allaha yalvarmaya, dua etmeye başlamış, “Allahım beni pepûk kuşu yap, bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!“
Efsane bu ya, o gece kızın dileği kabul olmuş, genç kız o gece pepûk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin baş ucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, pepûk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder dururmuş.
Her bahar mevsimi, kengerin yerden bitmesi ile beraber pepûk kuşunun acıklı ötüşü de başlar:
Zazaca
Phepu
Kheku
Kam kerd
Mı kerd
Kam kişt (çişt)
Mı kişt (çişt)
Kam şüt
Mı şüt
Ax! Ax! Ax!
Kürtçe
Pepuu
Kekuu
Ke qir?
Mın qir
Ke kuşt?
Mın kuşt
Ke şuşt?
Mın şuşt
Ah! ah! Ah!
Türkçe
Pepuu
Kekuu
Kim yaptı?
Ben yaptım
Kim öldürdü?
Ben öldürdüm
Kim yıkadı?
Ben yıkadım
Vah! Vah! Vah!
Üvey anne korkusuyla kardeş katili olan bir çocuğun, yaşadığı acıyla pepûk kuşuna dönüşerek çağlar boyu bu cinayeti itiraf etmesini anlatan bir Kürt efsanesidir. Pepûk kuşu, guguk kuşu olarak bilinir.
Kaynak: 1
Böyle bir hikayenin olduğunu bilmiyordum sayende yine farklı bir şey öğrendim. Kengere gelince Bahar ayında evimizde en çok pişen yemek diyebilirim.. yüreğine sağlık
Teşekkürler. Kenger hiç sevmem, konudan bağımsız tadını bir türlü sevemedim.
Çok sağlam, teşekkür ederim. Keyifliydi.
İçim burkuldu okurken, efsane olmasına rağmen…. Teşekkür ederim sayfanızın içeriği çok renkli her türden yazı var. Keyifle takip ediyoruz.
Sayende hep farklı hikayeler keşfediyoruz ve okurken keyif alıyoruz. Kalemine sağlık
Vay be nasıl sürükleyici ve iç burkan bir hikaye. Çok fazla beğendim. kaleminize sağlık.
Annem küçükken hep anlatırdı, kendisi artık hayatta değil. Okurken çok duygulandım. Sen sağ ol Salome…
Etkileyici hikaye emeğine sağlık teşekkürler Salome❤
Okurken keyif alıyoruz çok güzel farklı heyecanlı hikayeler öğreniyoruz sayende
çok etkileyici