Kısır Bir Döngü: Tekelleşme
Merhaba! Ben, Abdo Uçucu. Mavi Dergi imtiyaz sahibi ve Kütüphane Store’nin kurucusuyum. Küçüklüğümden beri müzik yaparım ve müzik teknolojileri mezunuyum, şu an ise gazetecilik bölümü okumaktayım. İki yıl boyunca arkadaşlarımla beraber Mavi Dergi ‘yi (Hatay merkezli ulusal dergi) çıkardık.
Müzik piyasasında olduğum yıllar boyunca tekelleşen müzik endüstrisinin sıkıntısını çektim. Ve Mavi Dergiyi çıkardığımız 2 yıllık süreçte, tekelleşme ile daha farklı bir alanda, tekrar karşı karşıya kaldım. Ben de herkes gibi farkındaydım. İşin içine girdiğimde, başkaları gibi duyarsız kalmak veya bu tekelleşmeden istifade ederek popülerlik peşinde koşmak, hiçbir zaman benim yolum olmadı.
Edebiyat, kültür ve sanat dışında pek bir şey ile de ilgilenmem. Çok araştırırım ve söylenmekten, popüler olmaktan veya para kazanmaktan ziyade, iyi bir insan olmak için gayret gösteririm. Bunca yıl boyunca, her alanda karşılaştığım tekelleşmeyi yıllardır irdeliyorum ve yıllardır araştırıyorum. Çok değişik tespitler yaptım ve neticede çok farklı sonuçlar elde ettim. Bu yüzden, Kütüphane Store ’yi kurdum.
Kapatmak üzere olan dergileri çağırıp komisyon almadan “kooperatif” temelli bir satış için emek verdim ve hali hazırda emek vermeye devam ediyorum. Sizlere, bölümler halinde özellikle “tekelleşme” kavramını, nedenlerini ve sonuçlarını anlatacağım. Hem de sizleri kavramsal kelimelere boğmadan daha bir keyifle… Buyrun, ufaktan başlayalım:
Temeli 1960’lı yıllara dayanan tekelleşme, gazeteci ailelerin tekelleşme çabalarıyla başlamış, artan masraflar sonucu değişen tekelleşme değil, tekelleşen aktörler olmuştur. Maliyetlerin artması ve Avrupa ülkelerine oranla ülkemizdeki okuyucu kitlesinin daha az olması nedeniyle, yazılı basın ve medya; emekle, sıkı çalışma saatleriyle üretim yapamamış, yoğun bir maddi ihtiyaç ile karşı karşıya kalmıştır.
Ve bu maddi ihtiyaçlar doğrultusunda iş adamlarının, holdinglerin basın ve medyaya ilk girişi; “Tercüman Gazetesi” ni satın alan madencilik şirketi ile gerçekleşmiştir. Süregelen zaman içerisinde basın ve medya git gide iş adamlarının, holdinglerin yani basın ve medya kökeninden gelmeyen, emekle üretmeyi bilmeyen, her anlamda “kazanç” odaklı düşünen insanların eline geçmiş ve onlarda tekelleşmeye daha büyük bir hızla devam etmiştir.
Tabii tekelleşmenin asıl izlerini ve gözlemlerini Aydın Doğan ‘ın büyük hisseler almaya başlamasıyla gördük. Burdan itibaren, standart medya tekelleşmesi üzerine yazılan tezlerden ziyade, tekelleşmeyi besleyen alt unsurları, tekelleşmenin gizli kaynaklarını, besleyicilerini ve ahlaki hiçbir tutumu olmayan şöhret, siyaset ve daha çok para için sağ-sol fark etmeksinizin piramidin üstündeki “burjuva” kesimini anlatmak istiyorum. Ancak kendi gözlem ve analizlerime geçmeden önce, Doç. Dr. Abdullah Özkan’ın www.tasam.org sitesinde yayınlanmış olan makalesinden bir kesit paylaşmak istiyorum sizlerle.
“Türkiye özeline bakıldığında, ülkemizde medya gücünün demokratik toplumlarda olması gerekenden çok daha fazla bir gücü elinde bulundurduğu, hem siyaset hem de ekonomi alanlarında çok etkin olduğu görülmektedir.
Türkiye’de medya sektörünün özellikle son yıllarda kârlı bir sektör olmaktan çıktığı, reklam gelirlerinin azaldığı, hatta bazı büyük medya organlarının yüklü borçlarının olduğu da bilinmektedir. Buna rağmen kimi medya sahipleri, kâr etmedikleri medya sektörünü terk etmemekte ısrarcı davranmaktadır. Bunun nedenlerinden başlıcası, ellerindeki medya gücünü, medya dışı faaliyetleri için siyasi erkin üzerinde adeta bir “yaptırım aracı” olarak kullanmak istemeleridir.’’
Bu makale kesitinin yorum ve analizlerini sizlere bırakıyorum. Neticede günümüzde bakacak olursak, kaba tabirle “Tüpçüler” şu an basın ve medyayı tek başlarına ellerinde bulundurmaktadırlar.
Ara ara geçmişten günümüze basın ve medyanın, buna bağlı bir şekilde dağıtım alanlarının nasıl stratejiler ve değişimlerle tekelleştiğinden de bahsedeceğim ama öncelikle günümüzde, 2019 yılında olan tekelleşme ile ilgili yazmak istiyorum. Google arama kutusuna “tekelleşme” yazıp tdk.gov sitesine tıklayıp açtığınızda, karşınızda tekelleşme kelimesinin altında şu cümlenin yazılı olduğunu görürsünüz; “Devlet, piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.”
Ve bu cümle ile yukarıdaki makale kesitini kıyasladığınızda, bir çelişki olduğunu eminim fark edersiniz. Burada bahsedilen devlet, bir canlı olmadığından, muhtemelen devleti yöneten hükümet yetkililerinden bahsetmektedir. Peki, iktidara gelmiş herhangi bir hükümet, kendisini iktidarda tutacak bir tekelleşmeyi neden önlesin?
Tekelleşme, o dönem için iktidarda olan hükümete yaradığı gibi o dönemde muhalif olan herkese de yaramaktadır. Çok basit bir örnekle açıklamak gerekirse, bir gazeteci veya bir yazar veya belki de bir siyasetçi tekelleşme konusu ile ilgili bir kitap yazdığında, genelde kendisine, ideolojisine yakın olan yayınevi ile anlaşır ve o yayınevi ise “tekelleşme” ile ilgili yazılmış kitabı, tekelleşmeyi domine eden, yani tekelleşen piyasanın içerisinde satışa sunar.
Ve kitap muhalifler tarafından, yani yazarın ve yayınevinin ideolojisine yakın yüz binlerce insan tarafından alınır. Tekelleşme ile ilgili yazılı olan kitabı alacak olan muhalif okuyucu, haliyle kitabı o tekelleşen piyasa içerisindeki mağazalardan gidip alır. Yani, yazar tekelleşmeyi anlatırken, okur tekelleşmeyi anlamak isterken; yayınevi, kitap yüzbinlerce satıldığı için büyük kazançlar elde eder, kitabın satıldığı tekelleşme piyasasında olan mağaza büyük kazanç elde eder, tekel sermayesine katkıda bulunulmuş olur ve en son yazar da diğerlerine oranla daha az da olsa kazanç elde eder ve gündeme gelmesi de cabası olur.
Burada kazancı elde etmeyen bir tek okur! Ve o sermayeye kazandırdığı para döner dolaşır başka bir alan olan TV tekelinde karşısına bir hükümet veya parti propagandası olarak gelir. Büyük bir kısır döngü… Peki sizce bu tekelleşme kitabını yazan yazar ne yapmalı? Bu kitabı basacak olan ve yazarın ideolojisine yakın olan yayınevi ne yapmalı?
Çözüm önerilerinizi yorum kısmına yazabilirsiniz veya mail atabilirsiniz. Bir sonraki yazıda kaldığımız yerden devam etmek üzere, görüşmek dileğiyle…
Aydınlatıcı yazınızı tebrik eder ayrıca, yazacak olduğum makaleye ilham kaynağı olduğunuz için de teşekkür ederim .
Elinize sağlık.
Muazzam bir konu! Takipte kalacağım.
Korler sagirlar birbirini agirlar mevzusu hocam herkes çıkar pesinde. Emek üretim kimin umrunda? Takip edelim dedigimiz her dergi kapaniyor.
Merakla devamını bekliyorum ✌
Merakla devamını bekliyorum 🌿
Bence tekelleşme görece iyi veya kötü birşey . Bu işten rant sağlayanlar için oldukça iyi , popüleritesi yüksek bir tanım. Bu iş dışında kalıp direkt veya dolaylı yoldan zarar gören insanlar için de kötü . Benim düşüncem , iyi şeyler – yeni şeyler olması için bu tarz sıradanlaşma, kalıplaşma ve birilerinin tepkisini çeken şeylerin olması şart. Televizyon dah sıkılanlar . Düşüncelerini veya ideolojilerini örtülü veya yanlı bir şekilde izleyenler-dinleyenler kendilerini herhangi bir denetime ve süzgece uğramayacakları sosyal medya ya attı ve daha özgür (bu da göreceli tabii) insanların düşüncelerini daha rahat ifade edebildikleri bir platform ortaya çıktı. Yükselen bir değer olduğu için tekelleşme sosyal medyaya da uğrayacak tabiki sadece televizyona mahsus birşey olarak görmüyorum ama sosyal medya da bu denli olur mu bilmiyorum. Eğer sosyal medya da tv gibi algı amacına dönerse yeni yolların veya araçların da yolda olduğu fikri çakabilir. Bence aynılaşan sıradanlaşan herşey değişmeye ve gelişmeye mecburdur. Şuan algım dağınık biraz o yüzden düşüncelerimi pek yansıtabildiğimi zannetmiyorum saygılar..
Düşünbil hakkındaki yazdıklarınızı okudum. Kapanıyormus ne diyorsunuz buna?
Düşünbil, uzun yıllardır piyasada olan bir dergi. Ve satışlarını yaptığı pazarı da dağıtımı da bilen bir dergi. Yani öyle sanıyordum. Değilmiş. Veya ‘ben kurtarırım kendimi’ diye düşünmüş. Ancak tekelleşme beraberinde her anlamda yozlaşmayı da getirdiğinden Düşünbil okuyacak bir nesil de yetişmiyor. Pazar alanı tekelleşip maliyetler artınca ve dağıtımdaki tekelleşme Yaysat’ın kapanmasıyla derinleşince, Düşünbil vb. bir çok dergi hesaplarının tutmadığını görmüş. Ama geç… Çünkü zamanında ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ düşüncesinde olmalarından kaynaklı, yılan onlara da dokundu. Ne bir alternatif arayışında olmuşlar ne de amaçları toplumsal… Düşünbil’i yönetenler zamanında tiraj yapmanın verdiği kibir ve ego ile de burunlarının önünü görmüyorlar. Maalesef bu sondan kaçmaları da zaten imkansızdı… Sermayesi olmayan, ünlü olmayan veya fonlanmayan tüm dergilerin de maalesef ortak sonu olacak, eğer bir birliktelik sağlanmazsa…
Aga bize ne iyi bir insan olmak istediğinden ilgi alanlarından falan
İyi akşamlar, yazınızı pür dikkat okudum. Son derece yalın bir dil kullanmışsınız, biz “Bilal’e anlatır gibi anlatmak da deriz:)” Öncelikle kendi adıma teşekkür ederim. Türkiye gibi çoğunluğun sağcı olduğu ve özgürlüğün kısıtladığı toplumlarda tekelleşmenin muhalefete yaradığını düşünmüyorum. Öte yandan korkunç bir bilgi kirliliği oldukça yüksek, içler acısı durum. Wikipedia yasak, muhalif kanallar, gazeteciler susturulmuş, bırakın muhalif bir kitap yazmak tweet bile atamayacak hale gelinmiş, içinden çıkılması zaman alacak bir yerdeyiz. Öte yandan oluşturduğunuz platforma şöyle bir göz attım, fikir olarak güzel fakat geliştirilebilir diye düşünüyorum. Tekrardan teşekkür ederim, her sesin özgürce şakırdadığı güzel yarınların olması dileğiyle. Sağlıcakla kalın
Güzel hoş da peki şimdi sizin bundan iyilik dışında bir komisyon kazancınız falan var mı?
İyi akşamlar, yazınızı pür dikkat okudum. Son derece yalın bir dil kullanmışsınız, biz “Bilal’e anlatır gibi anlatmak da diyoruz:)” Öncelikle kendi adıma teşekkür ederim. Türkiye gibi çoğunluğun sağcı olduğu ve özgürlüğün kısıtlandığı toplumlarda tekelleşmenin muhalefete yaradığını düşünmüyorum. Öte yandan korkunç bir bilgi kirliliği var, içler acısı durum. Wikipedia yasak, muhalif kanallar, gazeteciler susturulmuş, bırakın muhalif bir kitap yazmak tweet bile atamayacak hale gelinmiş, içinden çıkılması zaman alacak bir nokta. Bu arada oluşturduğunuz platforma şöyle bir göz attım, fikir olarak güzel fakat geliştirilebilir diye düşünüyorum. Tekrardan teşekkür ederim, her sesin özgürce şakırdadığı güzel yarınların olması dileğiyle. Sağlıcakla kalın
Konudan bağımsız olacak ama isminizin nasıl konulduğunu merak ettim. Emeğinize sağlık
SEMA BİLGİN,
Öncelikle güzel yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum. Ve dediğiniz tüm yasaklar ve engellemelerde haklısınız sonuna kadar. Ancak burada sıkıntı olan durum biraz daha farklı. Mesela, büyük olan her hangi bir dergi, kendine ünlülerden oluşan kadrolar kuruyor ve bu kadrolar her sayıda yazılar yazıyorlar. Bir süre sonra kendilerini tekrar etmeye başlıyorlar. Konferanslara gidiyorlar ”özel üniversitelere” Peki bu ülkenin her hangi bir mahallesinde bu alanlara emek veren insanlar yok mu? Daha yetenekli genç yazarlar, müzisyenler veya tiyatro oyuncuları? Var! Veya büyük olan X dergisinde tekelleşmeyi eleştiren, düzeni eleştiren yazıların yazılması ve bu yazıların olduğu bu X dergisinin, tekelleşmenin en büyük pazar payına sahip olan D&R’da satılması, eleştirmiş oldukları tekelleşmenin sermayesine yaptıkları tirajlarla katkı sağlamış olmuyorlar mı? Alternatifler kuracak güçleri yok mu? Var! Yani dediğiniz her şey doğru fakat piramidin üstünde işler çok farklı yürüyor maalesef…
HAYRİ SAĞ,
İşte aslında sistemin ve tamamen ‘para’ merkezli yaşam veya üretimlerin insanlara maalesef kazandırmış olduğu en kötü etki; İyilik dışında bir komisyon var mı? Bu yazımda bir iyilikten bahsetmiyorum. Bu yazı tespitler içeriyor. Ve gerçekten ‘iyi bir insan’ olmak karşılıksız bir kazanımdır. 🙂
Ama cevaplayayım. Komisyon falan yok!
ROJDA,
Dedemin adıymış. Hatay’lıyım. Burada yaygın bir isimdir. Abdo aslında Abdullah’ın kısaltması olarak kullanılır ve Abdullah, Allahın kulu demektir. Abdo ise sadece ‘kul’ demektir. Ama bu amaç düşünülerek mi konulmuş bilemem. 🙂 🙂
Emeğinize sağlık çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş
Kaleminize iyilik size sağlık. Devamını bekliyoruz
DENGBEJ,
Çok teşekkür ederim…
KISMET ADER,
Çok teşekkürler… 🙂
Abdo Uçucu, yüreğimin derinliklerini en yükseklere çıkardın var olasın. Ben bir yeniyetme Kürtçe Öykü yazarıyım. Hedeflerim oldukça büyük ve iddialı. Bu tekelleşme illeti uzun yıllardan beri baskı, acımasızlık ve rencide edilmiş ve özgürleşip(?) emekleme sürecini henüz yeni yeni atlatan anadilimin başına da bela olmuş durumunda. Şöyle ki askeri bir tabirle, çok ciddi bir müfrezeleşme söz konusu. Evet yanlış yazmadım: Müf-re-ze. Bazı yazar ve yayınevi sahiplerinin birleşmesiyle meydana gelen “çirkin, saldırgan ve şekilci” gruplar. O onu, ben seni, sen beni, biz sizi, siz bizi pohpohlayın lan sloganıyla kılıçlarını çekmişler. Hemen, neredeyse çok reklamı -maalesef, gayrı ihtiyari- bir şekilde çıkan yeni eserleri okumak zorunda hissediyorum kendimi -ki Salome hanımefendi de buna bazen şahitlik ediyor- okumasını, bitmesini güç-bela soğuk terler eşliğinde yapıyorum. Ve sonra çoğuna “ulan bu muydu bu kadar reklamı yapılıp, süslü ve mübalağa dolu övgülerle her gün gözümüzün irisine kadar sokulan pardon batırılan eser(?)” diyorum. Hal böyle iken neticesinde yine diyorum ki “lan buna verdiğim parayı keşke Tanzimat Dönemi’nde yazılmış bir tane vasat romana verseydim. En azından adam Fransızların -özellikle- kopyasını yapmış hiç olmazsa ustaca yapmış en azından bir tat kalır belki.” Velhasılı söz, ben bu işten bir şey anlamadım arkadaş. Tekelleşme ve sanatın hiçbir ilgisi olmamalıdır. Ben bir yayinevin sahibi olsam babamın katili de olsa iyi yazmış olması yeterli bir sebep ve ben onu basarım. Yani ahbap çavuş ilişkisini kesinlikle yadsırım. Anlayacağın bavo, bu tekelleşme sözcüğü sanat için hiç de erik ve erdemlik ihtiva eden bir sözcük değil. Tekelleşmeye hayır!
Ferhade Mihemed,
Evet kesinlikle tekelleşme ile edebiyat, sanat yan yana olmamalı! Çokta güzel söylemişsin. Ve tekelleşme, beraberinde yozlaşmayı, asimilasyonu ve duyarsız, anlamsız, değersiz bir nesil ve o nesle hitap eden bir kültür doğrumakta! Öyle olmalı ki, iktidar-muhalefetten de öte kurulan dünya sisteminde tehlike arz edecek eserler ve bu eserleri meydana getiren insanlar olmasın. Basit bir iktidar-muhalefet olayı da değil anlayacağın! E hâliyle burada siyasi bir çözüm beklemek ki bu demokrasi bile olsa hata ve zaman kaybından başka bir şey değildir maalesef. Herkes bu sorun üzerine konuşmakta! Ama mühim olan, çözüm! Mühim olan öncelikle piramidin üstünde elim sende oynayarak yapılan edebiyatı, kültürü ve sanatı bizlerin birleşerek, piramidin altında olan bizlerin organize olarak alışılmış pazar alanının dışında yeni bir pazar alanını, insani ve emeğe dayalı gerçek bir yaşam şeklinde kurmak olmaktadır. Yılmadan, vazgeçmeden… Dilimizden, dinimizden, inancımızdan ve daha önemlisi hayallerimizden başka neyimiz kaldı?