Edebiyat

Korkusuz Kirpi ve Yengeç

    Korkusuz Kirpiye Övgü

 

   Yola düştüğümde dayanamadım. Bir daha ne zaman bulurdum bu fırsatı? Nitekim, sonradan anladım, gezinin böylesinin tadı çıkıyor. Bir yanda, bıraktıklarının acısı var içinde; öte yanda, yanlarına dönmek gerekliğini için burula burula duyduğun kirpiler var. Hepsinin ötesinde ise, yol, enginlik, dünya… Vaktini harcamıyorsun, her anını doldurmaya bakıyorsun, bir yandan da, dolaşık yollardan da olsa, evine dönüyorsun…

 

 

İnsanlar vardı yolda, bir görünüp bir yiten arabalar vardı, gözlerimi kamaştırıp aklımı başımdan alan ışıklar, gürültüler vardı. Epey dolaştım bu caddede; sonunda, buranın bana göre olmadığını anladığım için, gene ağaçların, çalıların, çitlerin dibinden gittimdi annemlere. Ama aynı yoldan, hele aynı caddeden dönmek istemedim. Hem o büyük caddeden ürktüğüm için hem de başka yerler görmek istediğim için. Ancak tehlike gerçekten nerededir, kirpi bilemiyor. Olduğunu sandığın yerde başına bir şey gelmiyor da, anamın yuvası diye gittiğin yerin dolayları, kirpileri öldürmek için sıra bekleyen yaratıklarla kaynıyor. Başka sokaklardan gidecek, düşmanlarımın hepsini teker teker görüp tanıyacaktım. Saldırır, öldürürlerse, dönemezdim aranıza. Siz de artık başınızın çaresine bakarsınız. Tehlikenin üstüne üstüne gidecek de değilim, tabii. Sakınacaktım. Yalnız, ölümle karşılaştığım yerde kendimi savunacak, gerekirse, çarpışacaktım. Biz kirpiler için bu dünyada yaşamak pek güç.

 

 

   Daha sonra, çok dolaştım ama insanlardan kaçtım doğrusu. Onların hepsi kirpileri öldürmüyor, burası anlaşıldı. Kirpi sevmeyeni de var aralarında. Diyeceğim, kirpi düşmanı değiller hepsi. Ama hangisi öyle, hangisi değil nasıl kestirilir?..

 

 

   Dikenliyim, yaradılışım öyle. Yanıma yaklaşıldı mı tortop olurum. Bu yanıma yaklaşanlar, ister kedi, ister köpek, ister insan olsun… Bir kez, insanlara akıl erdiremiyorum. Cırnakları gözükmüyor, yok belki de. Sonra öbürlerinden çok daha ağır kanlılar. Ama bu yüzden de ne yapacaklarını hiç mi hiç kestiremiyor, apışıp kalıyorum karşılarında. Onların başka yerlerinde bir gücü, bir savutu, ya da bir dikenleri var ama ben yerini çıkaramadım… Yanıma yaklaşınca tortop olur, dikenlerimi kabartırım diyebiliyorum ancak; tek bildiğim, kesinlikle bildiğim bu. Biz kirpiler böyleyiz Böyle doğar, böyle ölürüz. Ömrümüz uzun olursa, öğrene öğrene, dikenlerimizi kabartmakta gecikmemeği öğreniyoruz galiba. Dikenlerini kabartmadan beklemek gerektiğini, gelenin dost mu düşman mı olduğunu anlamadan dikenlerini kabartmanın eski kafalık sayılması gerektiğini söyleyen bir komşumuz vardı burda, unutmamışsınızdır. Ben de inanmaya başlamıştım dediklerine. İşin tuhafı inanıyorum da hala. Geçen kışın başından o canavarın dişleri arasından sarkan kanlı ölüsü, düşüncesinin yanlışlığını göstermez bana kalırsa. Dikenlerini çıkarmakta gereğinden çok gecikmiş olabilir, vaktini iyi ayarlamamış olabilir, hem canavar, zaten biliyorsunuz, tanıdığımız yaratıkların hiçbirine benzemiyordu, dışarıdan gelmiş olacak, çünkü bir daha görmedik, ne onu, ne benzerini. O canavar diyordum, bildiğimiz her türlü düşmandan daha kurnaz ya da daha yırtıcıydı belki. Hazır durmalıyız biz kirpiler, ama bu komşumuzun sözlerine de kulak vermeli, bütün dünyayı düşmanımız bellemekten vazgeçmeliyiz artık. Dostlarımız var mı bilmiyoruz. Niye? Merak bile etmedik de ondan. Kim yaklaştıysa yanımıza… Söyledim zaten…. Bu önemli soruya karşılık verecek durumda değilim şu anda. Ama bildiğim bir şey var. Korkumuzu azaltmalıyız. Azaltmak için de dolaşıp gezmeli, gerçek tehlikelerle karşılaşıp bu tehlikelerden kurtulmanın yolunu bulmalıyız. Yola çıkarken, yalnız düşmanla karşılaşacağımı düşünüyordum, dostlar da çıktı karşıma. Dostu tanımak için gerekli vakti her zaman bulabilir miyiz?..

Düşmanlara meydan okuyarak çıktığım yolda, arkadaş da bulunabileceğini öğrendim. Bütün iş vaktin ayarlanması…

 

 

 Yengece Övgü

 

   Yinelenip durdukları, yinelenmedikleri için sav söz niteliklerini çoktan yitirmiş sav sözler. Bu kadar pahalı iş midir yeni sözler bulmak?..   Her yineleme, sözü güçsüzleştirir mi? Tersine de çevirebiliriz bu soruyu : Her yineleme, sözü güçlendirir mi?.. Yeni’nin her zaman doğru olduğu, doğru da olduğu, bir zamanların seçkin uslarınca, neredeyse, tartışılması gereksiz bir gerçeklik diye görülürdü. Yeniyi yeni yapan nedir?..

Yengecin karşısında, düşmanı (seçtiği düşman mı, düşman diye seçtiği mi?) var. Onu yıkması gerekmektedir. Karşısındaki insan da artık üstün bir yaratık değildir (olmasa gerek); yengecin seçtiği düşman olmayı kabul etmiştir…

(Derler ki, senin burcundakiler, birileri kendini korusun isterler; korusun, kayırsın, pohpohlasın… Ya pohpoha varasıya…  Ondan sonra da saldırmak için uğraşırmış yengeçler; o kendilerini koruyan, kayıran, pohpohlayan kimseye; saldırmak için fırsat yaratır, bahane uydururlarmış gerekirse…)

Bir yengeç-gururu lekesini ancak ikisinden birinin ölümüyle sona erecek bir çarpışma temizleyebilir. Düşmanın çapı önemli değil. Birinden birinin ölmesi gerek…

(Derler ki, yengeçlerin bir yöntemi de usandırmaktır, bezdirmektir; durmadan, nazının çekilmesini beklemektedir. Nereye varırlar böyle?..)

Yengeç değnekle itilir, denize düşürülür; Cüneyt’in çevresinde toplananlar, yengeci bu çılgınca girişiminden vazgeçirmek için elbirliğiyle uğraşmaktadırlar. Motorcu delikanlı, yani dalıp onu sudan çıkaran oğlan, tepesine indireceği sopa ile yengecin işini bitirmekten yanadır. (Ben yarattım, ben öldürürüm. Yabanından yazarına dek herkesin, en temel haklarından biri diye gördüğü bir şeydir bu. ‘Yanlış’ denebilir mi kolay kolay? Ama motorcu delikanlıya engel olunur.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  A Responsible Freedom: Patti Smith on "Little Women"

Yengeç, itildiği atıldığı yerden bir daha, bir daha çıkar. (Belki biraz sersemlemiştir. Yoksa çok mu insanca bir düşünce bu?) Herkesin içinde Cüneyt’i bir daha, bir daha seçer, bulur, ona saldırmak istediğini iyice belli eder, hazırlanır. (Güvensizliğini örtmeye kalkışmak mı bu?)

(Usanmıştır ya… Derler ki yengeçler, düşünceleriyle değil, davranışlarıyla bezdirir, soğutur insanları kendinden, uzaklaştırırlar. Kendilerine duydukları güvensizliği efelikle örtmeye kalkarlar. Oysa niye güven duymasınlar? Hiç değilse görünüşte ama görünüşte yalnız görünüşte… Eninde sonunda, kabuklarının kalınlığı bir şeye yarasa gerek, hiçbir neden düşünülemez buna.)

Yengeç şimdi suyun içindedir. Kırık bir güneşin altında, kayanın dibindeki bir oyukta. Küçücük bir dalga, ara ara, oyuğa dolar, çekilir. Yengeç, hep suyun altında kalır. Ama gözlerle yengecin arasında suyun kalınlaşıp köpürmesi, sonra incelip saydamlaşması bir oyun gibi gelir insanlara. (Kim sorar yengeci o anda?.) Bu dalgacık, yengecin dışında kalan dünyaya ulaklık etmektir oysa. Ölüm dirimin ulaklığını. Ölümün kokusunu yayar çevreye, dirilere dirilerin payını haber verir, yüzlerce deniz çıyanın kovuklarından taş altlarından çıkarır.

Çıyanlar yengecin çevresini alıyor, ikişer üçer saldırıyorlar şimdi. Yengeç, güçlükle, gururunun son yekinişiyle, ölçüsünü çoktan şaşırmış devinişlerle, bunları kovmaya, uzakta tutmaya çalışıyor, onları çeken ölümsek et kokusunu durmadan, daha çok, daha çok saldığını bilmiyor.

Oysa yaşamak, dizgeyi ya da dizgeleri her zaman açık tutmak demek… Bilmem, kişi yaşamla birlikte, açık dizgeyi de reddedemez mi? Pişmanlığın, açıklığın, özgürlüğün ötesine geçemez mi, özgürlüğü ortadan kaldıran bu sonul, dönülmez davranışla?..)

Yengeç gerekçe göstermedi. Belki de insan olmadığı için. Cüneyt’in deyimiyle, ‘incinmiş gururu’, ya da nesnel bir bakışla ‘saldırganlığı’ gerekçe sayılamaz… İnsanları bile anlamakta güçlük çekeriz. Debelendikçe parçalanıyor şimdi, çıyanların kocaman, dağılgın bir yürek gibi atan corumunun ardında. Hiç değilse biz, öyle görüyoruz, baktığımız yerden.

Sonunda yengecin dilediği olur. Çıyanlara kıymık kıymık, lif lif yem olmasına Cüneyt’in gönlü yatamaz.

Yerinden fırlar, suyun içindeki yengeci kaptığı gibi parçalar, koparır, ezer, çıplak topuklarının altında.

Koparır, parçalar ezer, suya atar Cüneyt yengeci. Çıyanlar gene doyacaktır ama savaşları ya da eğlenceleri bitmiştir. Olsa olsa kendi aralarında pay dalaşı ederler artık…