Genel

Gün Akşam Oldu

   Tanrının başımıza sardığı akrabalar nedeniyle yaptığı hatayı telafi etmek için bize dostları verdiğini söylemiş biri. Birine mecbur kalıyoruz, birini ise kendimiz seçiyoruz. Seçimlerimiz her zaman doğru mu? Bilemiyoruz, kaybediyoruz, yoruluyoruz, yeniden başlıyoruz, yeniden yoruluyoruz, kendimizi yeni bir yorgunluk için yeniden yeniden yorgun hissediyoruz.

 

Etraftaki insanlar onlarla derinlikli ilişki kuramamızdan yakınıyor, bizi değer vermemekle ya da ekseriyetle küstahlıkla suçluyorlar. Elimizdeki bir avuç dolusu hayal kırıklığını nereye dökeceğimizi bilmiyoruz, bilemiyoruz. Herkesin kendine has bir dünyası olduğu fikrinden bihaber olanlardan, iyiliği aptallık olarak görüp sevgiyi değersizleştirenlerden, dostluk ve arkadaşlık üzerine hiç kafa yormamış olanlardan, saçmasapan içi boş konuşmalardan, içi boş insanlardan ve karşıdakinin yerine kendisini koymayan adamlardan, kadınlardan, bir hayatın içinde olup biteni bilmeden uzaktan kolaylıkla eleştirenlerden yoruldum. Hayat bu kadar çetrefilli mi, hayat sadece size mi hayat? Aynalara rujla yazılar yazan, saçı yüzünün yarısını kapatan, başını dizlerine gömüp hunharca terleyen isyankar stayla bir serzeniş değil bu. Bunun adı yorgunluk, ne derseniz.

   Yan çadırdaki kız sevgilisiyle kavga ediyordu, diyalogu kibarlaştıracak olursam: “Bu ne yürek yemişlik? Ben senin nerde olduğunu nerden bilcem? Bazı ihtimallere ihtimal veremezsin, birini sevdiğini söylerken başkasından hoşlanamazsın.” … Dinlemesi bile yorucu gelirken, bir ilişki fikri, birine kendini anlatma fikri ne kadar uzak geliyor.

Her şey anlamını yitiriyor bazen. Ayaklarımı bir uçurumdan sallayarak oturuyorum. Aşağısı deniz, dalgaların sesini dinliyorum -hala duyabiliyorken- , kuşların havada süzülüşlerini izliyorum -hala görebiliyorken- , yüzüme vuran rüzgârı hissediyorum -hala nefes alıyorken-. Ne diyordu Canetti, “Bir insanın sevgisini yıkabilmek yıllar alır; ama hiçbir yaşam, bir cinayetten de beter olan bu cinayete yakınabilecek kadar uzun değildir.” Hayat kısa, en yakın olduğun kişi sensin, kendine en uzak olan kişi yine sensin. Kendine kavuşamazsın, kendinden kaçamazsın…

Karşılaştığın yüzler, kuşlar, gün içinde seni güldüren bir söz, bir köpekle merdivende oturup ettiğin sohbet, köpeğin gözlerinde seni anladığını belirten bir emare arayışı, sonra ona sarılıp denizi izlemek, üstünün başının tüy ve toz olmasına rağmen onla yuvarlanmak… Artık çoğu şeyi unuttuğum için daha fazla not tutmaya başladım. Bazen gün bittiğinde kendinle baş başa kaldığında, aklında o güne dair netliği olan tek bir resim kalmadığını görüp hayret ediyorsun. Bir şeyler olmuş, birileri sana bir şeyler söylemiş sen karşılık vermişsin, bir şeyler yazmışsın, okumuşsun da, sonra fotoğraflara bakmışsın, hatırlamışsın, özlemişsin belki… Aklında ne kalmış sadece bulanık bir su…

 

   Olup biten herşey, her sözcük, her hareket, her gülümseme, güzel ya da kötü şeyler, mutlu ya da mutsuz anlar hiç iz bırakmadan akıp gidiyor üzerinden. Sanki tüm algılama gözeneklerin tıkanmış gibi ya da bakıyorsun, nefes alıyorsun ama aslında derin bir uykudaymışsın gibi öylece yaşayıp gidiyorsun.

Güneş kızıla çalmaya başladı, Yaşar söylüyor, Gün Akşam Oldu:

 

Seyyah oldum şu alemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımca okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
İki elim gitmez oldu yüzümden
Ah ettikçe yaşlar gelir gözümden
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Bozuk şu dünyanın düzeni bozuk

 

 

Tükendi taneler kalmadı azık
Yazık şu geçen ömre yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kul Himmet üstadım ummana dalam
Gidenler gelmedi bir haber alam
Kah giyindim kah kuşandım bir zaman
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

 

 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Goygoy Yapmak