Film Çekmek
2 Ağustos 2018
/ 35 Yorum
Soner Sert Gazete Duvar sitesinde yönetmenler ile yaptığı söyleşileri “Film Çekmek-Yönetmenler İlk Filmini Anlatıyor” adını verdiği kitabında bir araya getirerek film ve kitapseverlerle buluşturdu. On üç yönetmen ilk filmleri hakkında, kendisi de film emekçisi olan Soner Sert’in sorularını yanıtlıyor. En başta arthouse film anlayışına sahip yönetmenlerin çoğu aynı sorunlardan dolayı büyük mağduriyetler yaşıyor bu mağduriyetleri aşabilmeleri sadece kendi çabaları sonucunda olabilecek bir şey değil.
Yönetmenler Türkiye sineması, Türk sineması, Anadolu Sineması gibi kavramları yapay buluyor. Film sanatının evrensel değerlere sahip olduğundan sadece belirli bir yer, memleket, aidiyet veya millet ismiyle ilişkilendirmek istemiyor. Film sektörünü ve yapımını daha çok enternasyonal bir olgu olarak değerlendirdiklerini düşünüyorum.
En vahimi ise yönetmenler film çekecek para bulamıyor. Sanatsal film çekmek için türlü çabalar ve yoğun emek harcayan yönetmenler ne bakanlıktan ne de özel sektörden maddi destek buluyor. Bir film çektikten sonra üç-altı yıl arası bir zaman yeni filmlerini çekmek için sponsor bulabilmek ya da fonlardan destek almak için başvurularının olumlu sonuçlanmasını bekliyor. Uluslararası fonlardan da maddi yardım almak çok zor çünkü Bakanlıktan destek almamış bir filme destek olmaya pek yanaşmıyorlar. Diyelim ki film için yönetmene fon sağlandı ama yapılan yardım filmin bütçesini karşılamıyor. Yönetmenler sağdan soldan, eşten dosttan aldıkları borçlarla filmlerini çekmeye çalışıyor. Ve yönetmenlerin hepsi batacağını bile bile filmlerini çekiyorlar. Ve yeni çekecekleri film için sermaye birikimi yapmak bir yana çektikleri filmlerin borçlarını bile kapatamıyorlar. Ek Bilgi: Bir film yapımı için 2018 yılı verilerine göre asgari harcaması yüz bin lira civarında.
Bununla beraber ülkemde sanatsal film çekmeye çalışan yönetmenlerimiz parasızlıktan yapımcı bile bulmakta büyük zorluk yaşıyor. Bir film setindeki her türlü malzemeyi, ekipmanı, dekoru, giysiyi yönetmenlerin kendisi ayarlıyor.
Yönetmen arkadaşlar Bağımsız sinema kavramına toptan karşılar. Kapitalist ekonomilerin geçerli olduğu bir sistemde sermayedarların desteği olmadan film çekmek imkansız olduğundan böyle bir sinema türünün olmadığından hemfikirdirler. Amerikan Bağımsız sineması Hollywood’tan bağımsız, kapitalizmden bağımsız değildir.
Şimdi “Tük yönetmen” ve “Kürt yönetmen” ayrımı yapmıyorum hiç. Politik mesaj taşıyan; hatta bir politik gönderme bile taşıyan bütün filmler sansüre daha doğrusu görmezlikten gelinmesinden dolayı ülkemizde arthouse film yönetmenleri filmlerini ne dağıtacak dağıtıcılar ne de filmlerinin gösterimi yapacak sinema salonları bulabiliyorlar. Televizyon kanalları zaten tek bir arthouse film satın almıyor. Deniz Akçay’ın “Köksüz” filmi Venedik Film Festivali’nde ödül kazandı ama ülkemizde ancak yedi salonda gösterim şansını yakaladı. Acaba kaç seans yer verdi sinema salonları sormak istemiyorum. Bunun yanında sanatsal filmleri izleyen halk kesimi eridi gitti. Yönetmenler için otuz bin izlenme sayısı büyük bir başarı. Recep İvedik’i beş milyon kişi mi izlemişti?
Film emekçisi ve yazar Soner Sert arthouse film camiasının sorunlarını çok iyi irdelemiş. Gönül isterdi ki yönetmenlerin sanat ve estetik anlayışlarını konuşalım, film türleri ve ekolleri hakkında yazalım, anlatalım. Ama arthouse film camiası ülkemizde festivallerde bile yeterli derecede temsil edilmiyor. Antalya Portakal Festivali sansürle beraber tamamen iktidarın gösteri yaptığı bir şenliğe dönüşmeye başladı. Bazı yönetmenlerin otosansür yapması da sektörün gittikçe yandaşlığa kaymasına sebep oluyor. Sansür yapmaya da açıkçası pek gerek kalmıyor ülkemizde.
Yönetmenlerimiz batma garantili filmlerden edindikleri tecrübe ile genç yönetmen adaylarına önemli bir nasihat da veriyorlar. Ünlü olacağını, cebe para indireceklerini, bütün sinema salonlarında filmlerinin gösterileceğini zannediyorlarsa sakın bu işe girmesinler. Sinema-Televizyon bölümünde akademisyenlik yapan film emekçileri bile kendi üniversitelerinden ne sponsorluk alabiliyor ne de fon sağlayabiliyor.
Halkımızın sanat filmlerine itibar etmesi için ne yapmalı? Neden bizim memleketin bir film ekolü yok?
Tüm hayatı çözmüş bıkkın insanların olduğu filmler.
Büyük stüdyoların "halkın isteklerinin" peşinden koşmasından ve genellikle gişeye oynamasından dolayı, onlarla çalışarak kafasına göre film çekemeyen genç ve aykırı yönetmenlerin hiçbir dış baskı altında kalmadan özgür bir şekilde eserler ortaya çıkarmasını mümkün kılan bir akım diyebilir miyiz tam emin değilim. Zira ülkemizde düşünce özgürlüğüne yer olduğunu düşünmüyorum. Yüksek teknolojiye sahip dijital film ekipmanlarının uygun fiyatlarla elde edilmesi bağımsız sinemacıların büyük stüdyolara olan bağımlılığını kısmen ortadan kaldırmış olsa bile bir bağımsızlıktan söz edebilir miyiz? Para kazanmak gibi bir amaca hizmet etmeyen, izleyenlere ilham veren, onların hayatlarına ayna tutan ve kendilerini görmelerini sağlayan -gerçekçi- filmler, sinema anlayışı Yenilmez 'lerden ibaret olan insanlara çok sıkıcı geliyor. Çünkü dediğiniz gibi memlekette bir film ekolü yok. Festival filmi, sanat filmi, bağımsız film kavramları ile aramız baştan sakat zaten. Ki bence sanat filmi tabiri yanlış. Karanlık, bohem, sessizliğiyle boğan, hiçbir şey anlaşılmayan, sıkıcı, akıcı olmayan filmler sanat filmleri diye bir algı var. Bence edebiyattaki durum öyküsü gibi bir şey.
Ayrıca hoşgeldiniz Cem Bey 😊🌼
Bağımsız sinemanın anlayışı sosyal içerikli filmlerle mi sınırlı ?
Paralı çekilmiş film bağımlı, parasız çekilen film bağımsız mı? Turkiyedeki mantık bu.
Bahman Ghobadi, Sarhoş Atlar Zamanı filminin çekimleri sırasında yapımcısının vaad ettiği parayı yatırmaması sonucu filmi tamamlamakta zorlanır. Yarı yolda bırakılan yönetmen bazı eşyalarını satmak köydeki herkesten borç istemek zorunda kalır ve filmi ancak bu şekilde bitirir. Genç ve parasız yönetmenler umudunu yitirmemeli bence.
Biraz evvel reji ve senaryosunun Yılmaz Güney'e ait olduğu 1971 İrfan Film -oyuncu İrfan Atasoy'un şirketi- yapımlı, oyuncu kadrosunun son derece zengin olduğu -Yılmaz Güney, Erol Taş, Fatma Girik, Bilal İnci, Yavuz Selekman gibi dönemim önemli oyuncuarından oluşan- Yarın Son Gündür filmini izledim. Filmi ilk kez bu kadar analiz ederek izledim. Dönemin şartları, darbe dönemine denk gelmesi ve Yılmaz Güney'in politik duruşundan -bu filmin bir repliğinde Kara Çocuk yani Yılmaz Güney Gangster rolünde ufak çaplı soygunlar yapar, soygunlar bilgi yarışma havasında gerçekleşir. Sorunun cevabını bilirseniz biz size para ödeyeceğiz der. Yok bilmezseniz siz ödeyeceksiniz… Oradaki sorulardan biri şöyleydi "şimdi de bize bakalım … bey Midyad hangi ilimizin ilçesi? Cevabı verecek olan kişi geveleyip durur ve ilk kez duyduğunu söyler."-dolayı çektiklerini göz önüne alırsak yukardaki Recep İvedik ibaresi şimdiki 5.000.000 izlenmesi aklıma bu insanlar aklını ekmek peynirle mi yemiş sorusunu getiriyor. Sahi film çekmenin kıstasları nedir? Bana biraz anlatın. Yılmaz Güney, Şerif Gören, Atıf Yılmaz ve Ertem Eğilmez'den nasıl oldu da Togan Gökbakar'a geldik?…
Bu ülkede bağımsız sinema filmi çekmek neredeyse imkansızdır. Siyasal iktidarın çıkarları ve ihtiyaçlarına yönelik film çekmediğiniz sürece yeteri desteği alamazsınız. Iktidarın çıkarları dışında çekeceğiz bir film yapımcılara ekonomik olarak ıyi bir getirisi olması zorunludur yoksa hiçbir yapımcı destek olmuyor. Az sayıda yönetmen kısıklı imkanlarla toplumun ihtiyaçlarına yönelik filmler çekebiliyor bunun icinde gerekli desteği alabilmek için büyük harcamak zorunda kalıyor. Ozellikle son dönemlerde toplumun ihtiyaçlarını dile getiren toplum için sanat anlayışı ile çekilen film sayılarında bir azalma olmakla birlikte birçok özellikle genç yönetmen filmlerini çekmek için gerekli desteği alamadığı için projelerini rafta bekletmek zorunda kalıyor. Görünen o ki uzun bir süre daha destek alamayacaklar bunun da tek nedeni siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre değil toplumun ihtiyaçlarına yönelik film çekmek istemeleridir.
" Sinema endüstrisi olmasaydı, iyi fimler yapılabilirdi. " – David O. Selznick
Sanat filmi diye bir şey yok. Sinema zaten bir sanat.
Bağımsız sinema diye bir şey kalmadı. Bağımlı sinema bile yok. Bu ülkede sanat namına ne kaldı?
Bence insanlar kendi hayatlarını yansıtan iki saatlik bir kesim izleyemiyorlar. Sıkılıyorlar bu yüzden. Çünkü gerçek.
Günümüz dünyasında bağımsız sinema gibi bir kavram kullanılmıyor artık. Ben bu ülkenin sineması bağımsız diye bileceğim bir ülke duymadım bu konuda varsa bir ülke bizi aydınlatabilir misiniz?
Bağımsız sinemaya örnek verebileceğiniz önereceğiniz filmler neler Cem Bey?
Bagimsiz sinema tanimlamamizin kendisi en başından problemli bir tanimlama kanimca. Ekseriyetle Hollywood ya da hakim sinema endüstrisine bagli yapilan bir tanimlama. Belki oncelikle bunun uzerine oncelikle biraz kafa yormak gerek…. Fellini bir soyleyisinde insanlarin genelde dusunmeyi, yaratici olmayi ve kendilerini zorlayan,rahatsiz eden filmleri(Ferzan ozpetek,Fatih Akin,Reha Erdem Vs.) sevmedigi hazir,dolambacli olmayan basit mesajli uretimleri(Şahan Gökbakar,Safak Sezer,Kemal Sunal) daha cok tercih ettigini soyler. Turkiyede Sanat filmi yapan yonetmenlerin gise başarısızlığı yaptigi filmin kötülüğünden bagimsiz olarak genel izleyici kitlesinin tarihi sosyal,dini,ekonomik,sinifsal acidan sinema ve estetik deneyimiyle ilgili oldugunu düşünüyorum. Sinema her ne kadar butun dunyada hizla yayilan populer bir alan olsa da ulkemizde surekli denetim altinda olan ve resmi ideolojinin etkisinde kalarak bir Ekol olmak bir yana vasati asamadi. Genel olarak dunyanin her yerinde sanat filmlerinin gisesi daha dusuktur. Biz de yerli sanat filmlerine duyulan ilgiyle Yabanci sanat filmlerine duyulan ilgi arasinda giselere bakıldığında pek bir fark yok. Ayni zamanda gosterime giren almadovar,Bella Tarr ya da Trier de ayni derecede ilgi goruyor. Bunlarin yani sira taklit ve buna bagli olarak olusan yabancilasmanin da genc yonetmenlerin basarisini etkiledigi dusunuyorum. Ozellikle kurt sinemasinda son donem kayiplara be hafizaya dair birbirine benzer bir cok utetim bunun bariz orneklerinden birisi hata birisin tamamen Gadjo Dilo filminden esinlerek yapıldığı kanaatindeyim. Bir diger husus Turk modernlesmesinin sorunlu yapisiyla alakali. tamamen taklit yoluyla ve "Sanatsiz kalan bir milletin yasam damarlari kopmuştur" seklinde onemi guya vurgulanan ama soguk ve yabaci heykellere donatılan adeta estetik degil iskence olarak deneyimlenen dayatmalarin negatif etkisidir. Son tahlilde sanat eserleri olarak Ankaranin her yerine Dinazor heykllerini koymanin bir arka plani var :)) Nuri bilge Ceylan son filminde kahramina kopru ustundeki heykeli suya attırıp kacarken de yuzunu bir gecekondu mahallesine cevirmesiyle bize bir seyler soyluyor herhalde. Metin Erksan(ilk donemlerde) Deniz Akçay,Nuri Bilge Ceylan,Zeki Demirkubuz,yilmaz Guney belkide bu yuzden basarili oldular. Hasili telefondan yazmanin zorlukları olmasa sanat filmleri ve genc yonetmelere dair birkac sey daha soylemek isterdim. Simdilik sevgiyle 🙂