Korkoro, Sinema

Luke’un Gülüşü

Hapisaneler, devlet işleyişinin en katı ve en açık göstergesidir. Dışarısı çok daha karmaşıktır, bu karmaşıklığın parlaklığı, devletin toplum üzerindeki baskısını gözden kaçırmamıza neden olabilir. Bu sebeple hapisaneler, toplum içinde her zaman kaçınılması gereken yerler olarak görülür ve her zaman gözden uzak, şehrin dışında inşa edilirler. Hapisanelerin müdürleri, psikologları, gardiyanları, gözetleme kuleleri, hücreleri ve katı kuralları vardır.


Müdür, hapisane içinde devletin yöneticisidir, gardiyanlar polisleri, kuralları anayasası, hücreler halkın yaşadığı toplu konutlardır. Daha da daraltırsak devletin çekirdeği olan aile içindeki gardiyanlar, müdürler, kurallar silsilesi… Dolayısıyla, hapishaneyi mekan edinen filmler, devleti tanımamızda önemli bir fırsat sunabilir. Bunlardan biri, Cool Hand Luke filmidir. Bu yazıda; filmin kahramanı, daha doğrusu bana göre anti-kahramanı olan Luke’un anarşist karakterini irdeleyeceğim.


Film, özetle bir firar öyküsüdür. Luke’un kamu malına karşı işlediği basit bir “suç” nedeniyle tutuklanıp, hapishane olarak çalışma kampına gönderilmesiyle başlar. Hapishane yaşamının katı disipliner yaşamı, katı çalışma şartları vardır. Tutsakların en basit talebi, patrondan izin alınarak yapılır. Örneğin, “Bir bardak su içebilir miyim patron?”, “Gömleğimi çıkarabilir miyim patron?”



Hapishanenin çileden çıkaran bir sisteme sahip olması, insanı doğal bir isyankarlığa sevk eder ya da bu duruma alışmaya. Bu alışma durumunu sanırım hepimiz sürekli anlamlandırmalar ve mantığa uydurmalarla biliyoruzdur. Lakin Luke biraz farklıdır. Farkı, kendisine mantıksız gelen bir kurala karşı umursamaz tavrıdır. Zira onu dizginleyecek bir tanrı inancına da sahip değildir ki filmde “yaşlı sakallı dedeye” el açıp alaycı tavırlarına da şahit oluruz. Dayatılan sefil bir yaşam içerisinde tanrıya ihtiyacı ve tanrıdan korkusu yoktur.


Fakat bu sefalet içerisindeki yaşamda Luke’un özel bir yeri vardır. Sessiz sakin görünümünün ardında inatçı tavırlarına sık sık şahit oluruz ama elbette bu tavrı, onu mutlak bir şekilde kahramanlaştıracak doğaüstü bir nitelik değildir. Kendisinin insan olduğunu ve sınırlı bir yaşama sahip olduğunu bilir ama bu onu köleci bir ahlakçılığa götürmeyecektir.



Arkadaşları arasında kişiliği ve hapisaneden firar denemeleri sebebiyle bir umut ışığı ve kahraman olan Luke, bir kaçış denemesinin ardından gördüğü ağır işkenceden sonra, patronun ayaklarına sarılıp artık aklının başına geldiğini söylediği bir ana şahit oluruz. Bu sahne, yalnızca arkadaşlarının değil muhtemelen seyircilerin de hayal kırıklığına kapıldığı bir andır. Lakin Luke’un en çok bu tavrını sevdim. Kendisinden bir kahraman yaratmak istemiyor ve insan olduğunun bilincinde. Düşer, kalkar, kazanır, kaybeder ama tekrar devam eder. Biz bugüne dek masallarla ve çeşitli anlatılarla kahramanı hep kutsadık, ideal edindik, tüm üstün güçleri ona atfettik ama bu yanlıştı, çünkü böylelikle hep bir kahraman arayışımız ve kahraman hayranlığımız oldu.



İnce Memed, Köroğlu ya da Batmanler, Supermanler vs. Filmde, sonuncu kaçışlarında arkadaşına Luke, “Ben, kendi yoluma gideceğim.” diyordu. Çünkü o kendi yolunun, patikasının mimarı. O, kimseye yol göstermese de yaşam anlayışı ve davranışları çevresini etkiliyor, örnek oluyor vs. ama onun derdi öncü olmak değil. Yani  o toplumsalın içindeki bireydir ve bireycidir.


Kendisine mantıksız gelen birşeye itaat etmez ama kudretinin sınırlı olduğunu da bilir, zaten kilisede konuşmasında gücünün artık tükendiğini ifade etmişti ama onun dışında yaşadığı tüm sefalete rağmen neşesini yitirmeyen bir birey. Zira filmde Luke’un kişiliğinin en belirgin göstergesi, sistemin karşısında sistem için çok uygunsuz kaçan o narin gülüşüdür.


Baran Sarkisyan


İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Hitler'e Yapılan Valkyrie Operasyonu ve İskandinav Mitolojisi ile İlişkisi