Edebiyat, Psikoloji, Sağlık

Misofoni ve Doris Dörrie

Merhabalar efenim. Yakın çevremin bildiği üzere, seslere karşı -bilhassa ağızdan çıkan seslere karşı- inanılmaz bir hassasiyetim var. Yüksek sesli ve aritmik seslerin yanı sıra, bazı hafif seslere karşı da rahatsızlık hissi duyuyorum. Birinin ayaklarını sallaması, kalemi aritmik bir şekilde masaya vurması, saat sesi, sakız çiğneme sesi, hırıltılı ve sesli nefes alıp verme sesi ve lanet olası ağız şapırtısı sesi (yazarken dahi rahatsız oluyorum) gibi. Siz de benim gibi misiniz? Geçmiş olsun, misofoniksiniz.


Peki nedir bu misofoni ya da misofonya? Ses nefreti için kullanılan, aynı zamanda seçici ses duyarlılığı sendromu olarak da bilinen, beynin hem psikolojik hem de fizyolojik semptomlar gösterdiği bir hastalık kendileri. Kendimi bildim bileli bu dertten muzdaribim. Öyle ki sofrada otururken biri şapırdatarak yemek yiyorsa, derhal bir bahane bulup kalkarım, şayet nezaketen kalkamıyorsam istemsiz bir şekilde gözümden yaş akar. Sakız çiğnerken benimle göz göze gelen kuzenlerim, olacakları bildiklerinden sakızı yutar yahut atarlar.



Ağız şapırtısı, çay- kahve içerken höpürdetmek, çekirdek çitlemek, cips benzeri şeyler yerken çıkan kıtırtı sesleri, misofonikleri çılgına çevirebilir. Bu nedenle bu tür sesleri çıkarttıkları için aile bireyleriyle, arkadaşlarıyla sofraya oturmaktan, birlikte yemek yemekten kaçınırlar. Aynı sofrayı paylaşmak zorunda olduklarında çok huzursuz olur, sürekli çevrelerindekileri uyarıp, müdahalede bulunurlar, karın ağrısı, mide bulantısı, yoğun sıkıntı hisseder ve öfke patlamaları gösterebilirler. Böyle tepkiler gösterdiğinizde; size uzaylı gibi bakan, abarttığınızı, kaba davrandığınızı düşünen insanlara meramınızı anlatmaya çalışmaktansa, hem insanları kırmamak hem de o seslere maruz kalmamak için yalnız kalmayı, kaçınmayı tercih edebilirsiniz. Bireyin bu kaçınma davranışı beraberinde farklı sorunlar getirebilir; izolasyon, depresyon gibi.



Peki ama neden bazı “şanslı” bireyler hiçbir sesten rahatsız olmazken, bazı bireyler birtakım sesleri hayatlarının işkencesi olarak algılayabiliyorlar, bu durum kişilik özelliği mi? Bu bireylerin sesleri algılaması daha mı farklı? Seslerden rahatsız olmak gerçekten bir hastalık mı?


Misofoni, İlk kez 2000 yılında Jastreboff tarafından bazı seslere karşı aşırı hassasiyet göstermek şeklinde tanımlanmıştır. Bu konudaki tıbbi araştırmalarda; önce bu durumun bir işitme ve algı bozukluğu olduğu ileri sürülse de daha sonra, misofonik bireylerde yapılan beyin görüntüleme araştırmalarında anterior insular kortekste anormal aktivasyon saptanmıştır. Ayrıca bu bireylerde, çevresel seslere yanıt ve emosyonel işleme süreçlerinde farklılık olduğu gözlenmiştir.



Yani, nörofizyolojik bir durum söz konusu, misofoni; fiziksel bir rahatsızlık mı psikolojik bir rahatsızlık mı tartışmaları sürmektedir. Bazı araştırmacılara göre duygusal beyin olarak da bilinen limbik sistem ile işitme merkezi arasındaki anormal aktivite bu bozukluğa neden oluyor. (Her şeyi derinlemesine kurcalayan biri olarak, bu illetten çok çektiğimden, zamanında epey araştırdım. Doktor değilim, kaynakları aşağıya bırakacağım. Sizde bu tarz belirtiler olduğunu düşünüyorsanız, tedavi için lütfen bir uzmandan yardım alınız.)


Ben, senelerdir kulak çınlaması (tinnittus) ve meniere kaynaklı kafa sesi (çınlaması) problemi ile baş etmeye çalıştığım için gürültüyü daha iyi tolere edebilmeyi kendimce öğrendim. Fakat bu seslere karşı tahammülüm kesinlikle yok, bir insandan uzaklaşmamın yegane sebebi olabilir.



Northwestern Üniversitesi’nden araştırmacılar, belirli seslere aşırı duyarlı olan bireylerin daha yaratıcı ve zeki olabileceğini söylemişler. (Gider ayak züğürt tesellisi diyelim.)


Velhasıl efenim, misofonikler olarak bizleri anlayınız, elimizde değil. Şakayla ve gözümdeki yaşla karışık, “Bir gün bu yüzden cinayet işleyebilirim.” dediğim, sonra da kendime kızdığım çok olmuştur. İşte sizlere Doris Dörrie ‘den bu konuyu enfes şekilde anlatan kısa bir öykü. İyi okumalar, görüşmek üzere.




Elimde değil. Annem elmaya dişlerini geçirdiğinde öyle acayip sesler çıkarıyor ki, sırtımdan aşağıya soğuk terler boşanıyor, titremeye başlıyorum ve içimden onu öldürmek geliyor.


Bu her zaman böyleydi, önceleri odadan çıkıyordum. Babam konusunda içini döktüğünde, birden kalkıp gittiğim için bana soğuk ve kalpsiz demişti, fakat ona elma yiyişinden iğrendiğimi söylemeli miydim? Elinde değil ki.


Babam her zaman ayaklarını birbirine sürterdi. Akşamları terlikleriyle televizyon karşısında otururken, duymamak için ne kadar uğraşsam da, her zaman terliklerinin sürtünmesinden çıkan sese kulak vermek zorunda kaldım. Bu sesler beni deli ediyordu, babama bağırmamak için bazen ellerimle kulaklarımı kapatmak zorunda kalıyordum.


Yani bütün bunlar çok önceleri başladı. Bütün bunların bir gün gerçekten hoşlanacağım bir insanı, ama gerçekten seveceğim birini bulduğumda ortadan kalkacağını düşünmüştüm. Ne de olsa ailemin beni deli etmesi çok doğaldır, değil mi?


16 yaşındayken ilk defa âşık oldum. O 18 yaşındaydı ve iri kahverengi gözleri vardı. Saçları uzundu, çok ince, bebek saçı gibi saçları vardı ve onları hep ben fırçalardım. Onun için her şeyi yapabilirdim. Orduya çağrılıp Heide’ye gönderildiğinde, onun yakınında olabilmek için evden kaçtım ve Lüneburg’ta bir oda tuttum. Odanın kirasını ödeyebilmek için bir fırında çalışmaya başladım. Taze ekmek kokusu giysilerime ve saçıma sinmişti, istediğim kadar duş yapayım, koku bir türlü çıkmıyordu ve artık ekmek yiyemiyordum.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Deli Kızın Türküsü

Bana karşı sevgi doluydu. Çıkmamızın birinci yıldönümünde bana gerçekten pahalı bir çift küpe hediye etmişti. Memnun olunmayacak gibi değildi.


Ondan ayrıldıktan sonra, uzun süre hiçbir erkekten doğru dürüst hoşlanmadım. Daha ikinci veya üçüncü akşamdan sonra, bir gün tükürük saçarak konuşmasından veya bıyığını burmasından, en üst gömlek düğmesini ilikli tutmasından veya pantolonlarını devamlı yukarı çekmesinden ötürü ondan nefret edeceğimi biliyordum.



Yakışıklı erkeklerden hoşlanmıyorum. Böyleleri, güzel bir yüzle doğdukları için her şeye sahip olabileceklerine inandıklarından, bana güven vermiyorlar. Bu konuda onların da ellerinden bir şey gelmez sonuçta.


Berthold’la iş başkaydı. O kendisi, ne kadar güzel olduğunu bilmiyordu. Onda beni rahatsız edecek bir şey bulmak için uzun süre bekledim. Dikkat kesilmiştim. Altı ay geçtikten sonra, onu hâlâ kusursuz bulduğum için evlendik. Ona bakmaya doyamıyordum. Sabahları yıkanmasını ve tıraş olmasını seyrederdim, her şeyini, ama her şeyini çok seviyordum. Hiç ses çıkarmadan elma yiyebiliyordu, bir kere bile saçını yağlı görmedim, her zaman şık görünüyordu, nezle olduğunda bile çekiciydi. Öyle çekiciydi ki, ona ayak uydurabilmek için uğraşmak zorunda kalıyordum. Kendimi hiç onun yanında olduğu kadar güzel bulmamıştım. Kendime, bazen çocukları gerektiği gibi sevebilir miyim acaba diye sorduğum halde, o sıralar çocuk sahibi olmaya bile karşı değildim. Çocukları istediğimiz gibi seçme olanağımız da yok zaten. Berthold’u ben kendim seçtim.


Terfi etmeseydi ve öğle paydosu, yemeğe eve gelmesine yetecek kadar uzun olmasaydı, olanlar olmayacaktı. Doğal olarak birlikte kahvaltı ediyorduk ve akşamları ekmek ve soğuk et yiyorduk. Pazar günleri de öğlen yemeğine boş veriyorduk. Hafta içinde ara sıra kendime yemek pişiriyordum, ama ona pişirmiyordum, çünkü o hep akşamları geliyordu ve kilo almaktan korktuğundan sıcak yemek istemiyordu. İş ortaklarıyla sık sık yemeğe gitmek zorunda kaldığı için dışarda yemeyi de pek sevmiyordu. Ama artık her öğlen eve geliyordu. Hemen fark ettim. Berthold bütün yemeklerden tabağında bir tepe oluşturuyor ve sonra bunları bulamaç haline gelinceye kadar karıştırıyordu. Yaz olduğu ve terasta oturduğumuz halde vücudumun birden nasıl buz kestiğini hissettim. Çatalını bulamaca her daldırışında tekrar şapırtı sesleri çıkıyordu. Bana aç olup olmadığımı sordu, hızla kalktım ve banyoya koştum. Korkuyordum.


Daha sonra başımı öteye çevirerek bulamacının artıklarını mutfağa götürdüm, ama bir yararı olmadı. Kısa bir öğle uykusu için kanepeye uzanmıştı, onun yanına yatmak ve birkaç dakika kestirmek ve bütün bu hikâyeyi unutmak istiyordum, ama yapamadım. Çatalını bulamaç ile birlikte nasıl ağzına soktuğu, yuttuğu, şimdi bulamacın karnında nasıl durduğu ve mayalandığı gözlerimin önüne geldi. İğrenerek sarsıldım. O günden sonra Berthold şikâyet edene kadar çorba pişirdim. Mutlaka zayıflamam gerektiğini söyleyerek salata va biftek yaptım ve bana zayıflamamda yardımcı olmasını istedim. Evliliğimi kurtarmak istiyordum. Üç hafta sonra kesinlikle salata yemek istemiyordu, tavşan olmadığını ve benim çok zayıf olduğumu ve bunun güzel olmadığını söyledi. Patates püreli Königsberg usulü köfte istedi, bunun düşüncesi bile ağlamama yetti. Beni eleştirmeye başladı. Kafamda vücudumdan başka bir şey yokmuş ve bundan böyle kendisi yemek pişirmek istiyormuş.


Öğlenleri mutfağa girdiğinde yemeğini bitirene kadar yatak odasına gidiyordum. Ona en azından eşlik etmem için yalvardı. Bir kere daha denedim. Bezelye, patates ve konserve, tabağında duruyordu. Çatalı eline alıp hepsini karıştırmaya başladığında başka bir yere bakmayı denedim. Fakat çıkan sesleri duydum.


O andan sonra onunla ilgili her şey beni rahatsız etmeye başladı. Kendisi de tıpkı yemek yiyişi gibiydi. Her zaman düşüncelerinde bir şeyler karışıyordu, cümlelerin sonunu kesinlikle getiremiyordu ve bana sanki, bütün düşündüklerini beyninde bir bulamaca dönüştürüyormuş ve çatalı içine sokup bunlarla beni besleyecekmiş gibi geliyordu. Onu artık dinleyemiyordum, ona artık katlanamıyordum.


Öğlenleri evden çıkıyordum. Akşamları, o daha eve gelmeden yatağa kaçıyordum. Sabahları ise, o işe gittikten sonra kalkıyordum. Neler olduğunu söylemem için yalvardı.


Bir keresinde rüyamda, yatakta onun yanında yattığımı ve birden tenimde sıcak, ıslak bir şey hissettiğimi, dönüp baktığımda karnının patlamış olduğunu ve içinden koyu, sarımsı yeşil bir bulamaç aktığını, bulamacın giderek arttığını, yatak örtüsünün üzerinden yerlere aktığını, odayı doldurduğunu, camlardan fışkırdığını, devamlı yükseldiğini ve beni boğmak istediğini gördüm.


Korkudan bağırmış olmalıyım. Uyandığımda beni kollarında tutuyordu. Onun dokunuşu, rüyadan daha kötüydü. O andan itibaren ayrı yattık. Hangimizin daha mutsuz olduğunu bilmiyorum.


Bir gün eve erken geldi, ben kendime çay yapmak için mutfaktaydım. Kapıyı kilitledi ve benimle konuşmak zorunda olduğunu söyledi. Böyle yaşamaya devam edemezmiş. Bir paket donmuş ıspanağı eritmeye başladı. Tavaya iki yumurta kırdı. Ondan kaçmakta olduğumu düşünüyormuş. Sıcak sütün içine patates püresi tozunu karıştırdı. Camdan bakıp başka bir şeyler düşünmeyi denedim. Kolumdan tuttu ve oturmam için zorladı. Uzun süre yemeğine el sürmedi.


Sevgiden konuştu. Ben gerçekten denedim. Bütün gücümle denedim. Ona, kendisini sevdiğimi söyledim. Sustu ve uzun süre bana baktı. Daha sonra çatalını aldı. Patates püresi, ıspanak ve yağda yumurta. Gerisini hatırlamıyorum. Mahkemede bana plastik torbaya konmuş uzun bir bıçak gösterdiler.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Kara Koyun

Çatal ve Bıçakla – Doris Dörrie


Kaynak:

• https://www.health.harvard.edu/blog/misophonia-sounds-really-make-crazy-2017042111534

• Misophonia – When Certain Sounds Drive You Crazy. NeuroscienceNews. (accessed June 7, 2018). https://neurosciencenews.com/misphonia-synesthesia-9004/

A Large‐Scale Study of Misophonia. Journal of Clinical Psychology, (May, 2017).

• Cognitive behavioral therapy is effective in misophonia: An open trial. Journal of Affective Disorders, (August, 2017). https://www.jad-journal.com/article/S0165-0327(16)32168-1/abstract

Phenomenology of Misophonia: Initial Physical and Emotional Responses. The American Journal of Psychology, (Winter, 2017).