Genel, Kadın, Röportaj

Semyanî Perîzade

Ataerkil toplumda özgürlük söz konusu olduğunda binlerce yıldır uygulanan çifte standartla birlikte toplumsal konum açısından kadına, estetik bir obje/hedonist bir araç rolü biçilmiştir. En vahşi evresine giren tüketim toplumunun kadın bedeni üzerinden müzikten sinemaya her alanda sistematik bir rant sağlama peşine düşerek, kadının kimliğini parçalama çabaları hakkında neler düşünüyoruz? Sevgili Semyanî Perîzade ile kendi sohbetlerimizin tadında, samimi belki bir röportaj belki bir yazı dizisi yapmaya karar verdik.


Seksüalite, sanat, kimlik, cinsiyet (kadın/erkek), toplumsal cinsiyet (kadınlık/erkeklik), Kürdistan’da LGBTİ, feminizm ve diğer “susulan/susturulan” konularda konuşmak istiyoruz. Salt Kürdistan temelinde değil, genel olarak marjinalleştirilen LGBTİ bireylerinin yaşamlarının değerinin tanınıp, olanaklı kılınacağı nasıl bir eşitlik perspektifinde buluşabiliriz, bunu tartışacağız. Hepinizi bekleriz, yavaştan başlayalım:


“Genelde Kültür kodlarımız, geleneksel ve muhafazakar bir yanımızla ters bir yaşantım olduğu için bana da yukardaki ifadelerle yargı dağıtıyorlar. Kadına sözde “obje” olma halini bile ifade ederken kadına bir kısıtlama doğru ve ideal kadın olma dersi ve nasihati var. Sürekli kadın için birileri çıkıp doğrular tanımlar belirliyor. Henüz düşüncenin varlığınının kişiye mi yoksa ötekinin yansıttığıyla mı simgeselleştiği tartışılıyorken ve günün sonunda yanılma payımızın yanılmama ihtimalimizle aynı oranda olması ile başbaşa kalıyoruz. Bırakın kadın bedenini istiyorsa objeleştirir, istiyorsa nesnelleştirir, istiyorsa öznelleştirir.”



• Semyanî Perîzade, feodal kodların hüküm sürdüğü bu topraklarda, heteroseksizm ve patriarkal düzenin karşısında nasıl böyle güçlü duruyor?


Çünkü belleğimde güçlü rol model kadınlarım var benim. Babaannem gibi, anneannem gibi, Dado Hala ve Makbule Bibi gibi kadınlarım vardı benim. Benim çocukluğum, doğanın koynunda ve bu kadınların kucağında geçti. Çocukluğum imece usulü yaşayan bir köyde geçti. Benim bir tane değil birçok tane annem vardı, diğer çocuklar gibi… Oyun oynarken hangi kapının önünde acıkmışsak o kapının ardındaki anne bizi doyurandı. En saçmaladığım zamanlarda bile takdir eden bir babam vardı. Henüz ben okula başlamadan İngilizce konuştuğumu sanıp cıbırca dili konuşurken o bunun en inanan savunucusu olarak misafir odasında dizili minderlere oturmuş koca adamları beni dinlemeleri ve alkışlamaları için rehin alırdı. Elbette biz de yenildik babamla, ben büyüyüp memelerim olgunlaşınca, dinen haram sayıldım misafir odalarında. Ama iş işten geçmişti, zaten yeterince özgüven ve inanç aşılamıştı o vakte kadar babam. Sonra hep yumrukladım o feodal duvarları inatla. Çünkü benim yerim sobanın yanındaki babamın minderinin köşesiydi. Alamasam bile yerimi geri istiyordum. Bunu belki köken ailemle yapamadım, şimdi daha büyük bir aile ile yüzleşmeye ve kucaklaşmaya hazırlanıyorum.


92-93 yılları arasında zorunlu göçle Mersin’e geldiğimizde sudan çıkmış balığa dönmüştük. Ailenin bir kısmı gelebilmiş diğerleri geride kalmıştı. Olan bitenleri çocuk yaşımızda sindirmemiz kolay olmuyordu tabii ki.
Göçün yıkıcılığını küçük yaşlarımda akıl edemezdim elbet, fakat bugün bizlere neler yaşatıldığını daha net okuyabiliyorum…


Her yıl sonu ve okul dönemi geldiğinde evde korkunç huzursuzluklar çıkıyordu. Çünkü yabancısı oldukları bir bölgenin şehirlisi olmaya adapte olamıyordu ailem ki okul ne zorluklarla bitmişti. Çünkü, her yıl ebeveynlerim okuldan almakla tehdit ediyorlardı beni ve benden iki yaş büyük olan ablamı. Çünkü, sürekli bozulmaktan, öz değerlerini yitirmekten korkuyordu ailem. Şimdi bakınca onları anlayabiliyorum. Keşke korkmayıp, bize alan yaratıp, yanımızda olsalardı. Her şey onlar için de bizim için de çok daha kolay ve sağlıklı olurdu. Okul hayatım orta okulu bitirince sona erdi. Öğretmenlerim güzel sanatlar lisesine kaydımı yapmak için babama ricacı olmaya geldiklerinde babamın tavrının sert ve incitici olabileceğini ben bile ön görememiştim. Daha sonraki yıllarda ailemden gizli liseyi açık öğretim ile bitirebilmiştim.


Onlar muhafazakarlıklarını korumaya motive olmuşlardı, ben de var olma savaşı vermeye motive olmuştum. Çünkü kadınların başarılı olduğunu gördüğüm rol modeller bulmuştum küçük yaşımda; öğretmenim Sîdar gibi, mahallemizdeki tüpçülük yapan teyze gibi, büyüdüğüm Akdeniz kentinde taksicilik yapan abla gibi ve o unutulmaz efsanem olan Leyla Zana gibi rol modellerim vardı ve ben bunu istiyordum ısrarla. Bu çatışma bizi öyle yordu ve üzdü ki karşılıklı, acısını hala unutamayacağım travmalar armağan etti küçük yaşlarımda…


Toplumsal kabulün/kalıpların bireysel olarak yapıbozuma uğraması gerektiğini akademik okumalar yaparak değil, alaylı olarak öğrendim. Kendimce bunu yapmaya çalışıyorum.



• Kürdistan’da biseksüel olmak nasıl hisler barındırıyor, bu durum sizde bir korku, saklanma isteğine yol açtı mı ya da açıyor mu?


Bence biz yeterince saklandık bu zamana kadar. Bir Kürt olarak saklandık, kadın olarak saklandık, eşcinsel olarak saklandık, sevdiğimiz ve haz duyduğumuz her şeyi saklamak zorunda kaldık. Bu kadar saklanmak yetmedi mi?


• LGBTİ kimliğini açıklayan Kürt bir siyasi sizce nasıl tepki alır?


Sözde yüzü Batıya dönük olan Türkiye, LGBTİ konusunda sınıfta kalmış olabilir. Fakat Kürt siyasi dinamikleri LGBTİ görünürlüğünün arkasında duran tek siyasi harekettir. Kesinlikle diğer siyasi partilerin aksine daha hoşgörüyle karşılanabileceğini düşünüyorum.

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Kadın Çirkinliğinin Tarihi

• LGBTİ bireyleri Kürdistan’da siyasete katılım, eğitim ve çalışma hayatı ile aile ortamında ayrımcılıkla baş etmede ne gibi sorunlarla karşılaşıyorlar?


Hepimizin de bildiği sorunlarla baş etmek zorunda kalıyorlar elbette ki. Evet, bizler de bu hususta daha duyarlı olsak da henüz katetmemiz gereken ve aşmamız gereken çok yolumuz var.



• İnsanlar sadece cinsel kimlikleri yüzünden öldürülüyor. Üstelik medya dışlayıcı, aşağılayıcı diliyle bunları körüklüyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?


Bu cinayetler, toplumun ahlakçı yapısını körükleyen farklı olana tahammülü olmayanların tercih ettikleri politikaların sonucudur. Medyanın şiddet dili, bu toplumun acilen değiştirilmesi gereken kültür kodlarına işaret ediyor. Bunların biteceğine dair iyimser bir söylemde bulunamayacağım, fakat medyanın dilinin iyileştirilmesine dair öncülük yapan ve bunun için çabalayan insanlar olduğunu biliyoruz. İşte bu umut vaat ediyor.


• Kendilerini “normal” adleden insanların; homoseksüel ilişkilere, üremeyi, anneliği sarsacağı ve heteroseksist matriksin bozulacağı yolundaki paniklerine ve anne olma düşüncesine nasıl bakıyorsunuz?


Alternatif aile modellerinin olması onları sistemin çıkarına gelmediği için korkutuyor. Çünkü, ulus devletlerin kendileri için en uygun aile olma formu olarak heteroseksüel ilişkileri baz aldığını, böylece; asker, işçi ve yurttaş ihtiyacını karşılayacağı gibi bir matematik var orada. Tabii kadının potansiyelini de sömüren bir sistem bu. Ücretsiz kadın emeği, haz ve arzuya değil üretime odaklı cinsellik gibi. Annelik de salt kadına özgü bir içgüdü değil bence. Zira kadında da erkekte de eril ve dişil enerji var. Yani, pek tabii bir erkek de annelik yapabilir. Anne olması için bir rahme değil de annelik hassasiyetine ve şefkatine sahip olması yeterli bence. Esas rahatsız oldukları konu, alışagelmiş oldukları aile formunun dışında aile formları görmek. Buna işte tahammülleri yok.



• Muhtelif suçlamalarla kimliklerimizi yargının konusu haline getirenlere ne denmeli?


Bize sözde toplumun sağlığı yararına “bir avuç marjinal ve patalojik vaka” muamelesi yapmaktan vazgeçmeliler. Çünkü kendilerini kandırdıkları gibi azınlıkta değiliz ve bu toplumun çok da dışında değiliz. Toplumun sağlığı ne kadar yerindeyse veya değilse bizde de vaziyet bu.


• LGBTİ’lerin uğradığı “yaşamsal” şiddet sorunu ile nasıl başa çıkabiliriz?


Haklarımzı talep etmekten çekinmeyerek. Yaşamın her alanında var olup, görünür olarak. Üreterek ve iletişimde kalarak. Dayanışarak.


• Son zamanlarda sıkça duyduğum bir eleştiri: “LGBTİ derneklerinde bir tekelleşme var ve adeta sözde sivil toplum örgütü olan bu kurumlar rant kapısı olmuş durumda.” Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?


İnanın ben bu konuların çok dışındayım ve vakıf olmadığım bir konu ile ilgili yorum yapmak istemiyorum.


• Son derece yaralayıcı olan cinsiyetçi-homofobik “Sapkın” ifadesiyle ilgili ne söylersiniz?


Elbetteki yaralayıcı. Ne diyebilirim. Zaman zaman sosyal medya üzerinden beni de hırpalamaya çalışıyorlar. Halbuki “Kişi kendisi dışındaki canlı tüm varlıkların bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal bütünlüğüne zarar vermediği sürece istediği pratiği yaşayabilir.” Dilerse gidip bir ağaçla ilişki geliştirsin yahut Eyfel kulesiyle evlensin, kime ne? Düsturumuz bu olmalı.


Biz LGBTİ bireylerine karşı nefret söylemi hayatımızın her alanında maalesef ki var ve bazı kuruluşların aylık medya üzerinden yapılan nefret söylemlerini birebir yazıp kaydettiğini ve bunu da farkındalık yaşanılması adına paylaştığını görüyorum, böyle dergilerimiz var. Sistemin seveceği bireyler olmaya gayret etmek yerine eşit haklar için mücadele edebiliriz.



• Sosyal medya üzerinden size gelen yersiz mesajlara tepkiniz nasıl oluyor? Psikolojik olarak çok yıpranıyor musunuz?


Etkilenmemeye çalışıyorum. Bazen onlara aynalama yapıyorum. Bazen de incindiğimi takipçilerimle paylaşıyorum. Bazen de gelen en sert taşı alıp mücevher yapıp boynuma asıyorum. Bazıları o kadar kötü ki nefessiz kalın istiyorlar. Ağladığım zamanlar olmuyor değil ama bu benim doğrularımdan ve görünür olmaktan vazgeçeceğim anlamına gelmiyor.


Bazen ki bu uzun da sürebiliyor, dışardan gelen baskıların ve her an anlaşılma çabasına iteklenmek bizi ilişkimiz içinde de yoruyor. İlişkimizin duygusal tonusundan emin olamayan toplum, bizi kendi bilgileri ölçüsünde ölçüp, biçip, tartıp hatta basınç uygulayabiliyorlar. Buna maruz kalınca da siz kendi normalinizi yaşamakta güçlük çekiyorsunuz. Elinizde emin olduğunuz bir haklıklıkla içiniz deşilip boşaltılmış bir halde duygularınızı korumaya çalışıyorsunuz. Bizi ellemesinler. Biz de tıpkı onlar gibi sadece sevmek ve sevilmek istiyoruz.


Devam edecek…