Cinsellik, Genel, Kadın

Bu Bir İkrah Yazısıdır!

Dün paylaştığım, fizyoloji ve evrimsel biyoloji odaklı yazıya gelen onlarca çirkin tepkiden sonra bu yazıyı kaleme almak farz oldu. Sadece, türlerin üreme sistemlerinin evrimsel sürecini ele alan ve bu konuda insan denen canlıyı da bir “tür” olarak işleyen kitaba gelen en şaşırtıcı tepkilerden biri şuydu: “Bir dahaki yazında da coğrafyalara göre değişen penis boylarının nedenini yaz!”


Vay efendim Salomé seks dedi! İffetsiz kadın! Hafif kadın! Şu meşhur yutub videosunda, babasıyla birlikte İngilizce sayı saymaya çalışırken, altıya gelince durup bozaran küçük çocuk gibisiniz. Hadi o masum bir çocuk, peki siz nesiniz?


Ben söyleyeyim; gelişmemizin önündeki en büyük engel sizsiniz, siz ve sizin betondan beter kafalarınız. Çirkinsiniz, fiziksel bir çirkinlik değil söz ettiğim. İkiyüzlüsünüz, devrimden söz edip, siyaset parçalarken hayatınızdaki kadınlara, düşünme hakkı olmayan birer köle, sahibi olduğunuz birer nesne muamelesi yapıyorsunuz. Sahtekarsınız, “her kadın bedeni üzerinde hakkınız var gibi bakıyorsunuz, sahip olduğunuz kadınlara da başka erkekler aynı şekilde bakacak diye kadınlara hayatı zehir ediyorsunuz.” Aşağılıksınız, bir kadınla konuşurken memelerinden gözünüzü alamazken, memeye meme diyen, sekse seks diyen bir kadına hafifmeşrep gözüyle bakabiliyorsunuz.


Biraz yaş alınca, o kutsal “hayat tecrübelerinize” dayanarak ahlak dersi vermeye bayılıyorsunuz. O kalın boynunuzu çevirip, kendi geçmişinize hiç bakmıyorsunuz. Her haltı yemiş, tahakkümcü, çirkin ruhunuz ile henüz hayatlarının baharında olan insanların bir şeyler yapma çabalarını, ellerinizdeki kocaman baltalarla, hırsla, nefretle, öfkeyle kesmeye – biçmeye koyuluyorsunuz.


Bu olayı salt erkek temelli ele almak yanlış olur. Peki, bütün bu sistemi besleyen kadınlara ne demeli? Sorulması gereken soru şu; kadına hak ettiği gibi davranılmıyor mu yoksa kadın neyi hak ettiğini bilmiyor mu? Kadın nedir? Kadın bu hayatın neresindedir?


Haklarının birileri tarafından verilmesine boyun eğmiş, kendi varlığının, etkisinin farkında olmayan ve bunlardan şikayet etmeyen kadınlar, bu sistemin temel besleyicileridir. Bir de “kurtarıcı prenslerinin” gözünde kendilerini yüceltmek, “Bak ben ne kadar ahlaklıyım, oh çok doğurganım!” mesajını vermek için “Vurun kahpeyecilik” yapan histerik bir güruh var ki; yazıklar olsun diyorum. Erkekler değil, “erkeklik” dediğimiz saçmasapan şeyedir tepkim. Erkeklere, hayattaki bütün canlıların eşit yaşama haklarının olduğunun öğretilmesinden söz ediyorum. Erkeklik sınıfında olmayanlara da haklarını, eşit olduklarını anlatıp, onları derin uykularından uyandırmak gerekiyor. Çünkü onların bu erkekçilikleri, erkekliği(!) besliyor.


“Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana rastlar. (…) Aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya rolünü oynar” Engels


Toplumsal cinsiyet rejimine göre; kadınlar duygusal, kırılgan ve hassasken; erkekler mantıklı, güçlü ve dayanıklıdır. Bu özellikler kadınlığın ve erkekliğin doğasında bulunur, doğuştan gelir. Kadınların en önemli toplumsal rolü annelik iken, erkeklerinki ise ailesini geçindirmektir. Kadının bu özellikleri, onu erkeğin korumasına ve şefkatine muhtaç kılar. Yerseniz! 


“Sorun çocuklukta başlıyor. Bir noktaya kadar bağımlılık ihtiyaçları, hem kadın hem de erkek çocukları için oldukça normaldir. Ama göreceğimiz üzere kadınlar, çocukluktan itibaren sağlıksız ölçüde bağımlı olmaya özendirilmektedir.” (Sindrella Kompleksi) 


Geçenlerde hatırlarsınız, ısrarla önerdiğim bir kitap vardı: “Sindrella Kompleksi – Çağdaş Kadında Bağımsızlık Korkusu” Kitabın yazarı Collette Dowling, ev işlerine ya da eve sıkışmış/ sıkıştırılmış kadınların, rahatsızlıklarının farkında olan, rahatsızlıklarını adlandırmaya, tanımlamaya çalışan, ataerkil pazarlıkların ortasında kalmış, geleceğini, kaderini başkalarının yazmaya çalıştığını anladıklarında, çevresini saran illüzyonu bozmaya çalışan, çaresizliğini sorgulayan kadınlara, toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki hiyerarşiye karşı mücadelede, kendinin ve yahut kadın özgürlüğünün, bağımsızlığının, ataerkil toplum ya da erkeklerden alınamayacağını, özgürlüğün ancak yoğun emekler sonucunda içeriden geliştirilebilinen içsel özgürlükle sağlanabileceğini anlatıyordu. Bizi korkutan şeylerden kaçmaya, küçük yaşlardan itibaren, sadece kendimizi rahat ve emniyette hissetmemizi sağlayacak şeyler yapmaya özendirildik. Aslında özgürlük için değil, bunun tam tersi olan bağımlılık için eğitildik.


“Dünya sana hediye sunmaz, inan bana. Bir yaşam istiyorsan, çal onu!” Lou Andreas Salome


Erkeklere bu öz-yeterliliği, öz-güveni bahşeden doğa değildir; eğitimdir. Erkekler, doğdukları günden itibaren bağımsızlık için eğitilir. Bunların -onlar kendini biliyor- bu hadsizliği buradan geliyor.


Siz kimsiniz? İçinde; seks ve meme kelimeleri geçiyor diye, çiftleşme sistemlerinin gelişimi, evrimsel biyoloji gibi bilimsel bir konu hakkında konuşurken dahi, (sözlü-yazılı) tacize uğruyor, eleştiriye, hakarete maruz kalıyoruz. İnsanlık tarihi kadar eski bir olaydan söz ederken neden utanalım? Meme demişim, seks demişim, ne ayıp!? Çocuk doğuran bizmişiz gibi, emzirmekten söz etmişim, ne edepsizlik!


Boşuna dememişler, konuşmak bir kültürdür diye. Meme derken, ağzındaki salyaları sil de öyle eleştir beni. Üç cümlenin sonunda, niyetinin o çok kutsal olan aktivite olduğunu belli etme de sonra bana mahremiyetten söz et. Hayatında biri varken (evli-nişanlı-sevgili her ne ise) başkasıyla birlikte olmaya yeltenme, olma, sonra bana tek eşlilikten, sadakatten söz et. Özgürlükleri değerlendirmek, savunmak, kısıtlamak, ne halt yiyeceksen, bari zevzek olma; öyle bir şey söyle ki akıl sahibi her karbon kökenli varlık için anlaşılır ve kavranabilir olsun. 

İLGİNİ ÇEKEBİLİR:  Kadın Çirkinliğinin Tarihi

“Konuşmak da bir kültürdür,” diye cevapladı. “Yattıkları kadınlarla hiç konuşmayan çünkü bu tür ihtiyaçları olmayan pek çok erkek var. İnsanlar biliyorum, konuşmaları hep havadan sudan. İçerik bomboş. Ya da çok az konuşan insanlar var. O insanlar için de kadınlarla sırf konuşabilmek için yattıkları söylenebilir mi? Sanmam. Bazıları ise konuşma aramaz. Yakınlaşma aramaz. Hatta bunlardan kaçar. Sadece cinsel tatmin arar.


“İnsanları -pek çok başka şey etkili olmakla birlikte- esasta iki şey yaklaştırır birbirine: İlki konuşmaktır. Ama havadan sudan değil, içindeki özü ortaya koyan konuşmalar yapabilmek. Karşındakine ‘Onun eline koz verir miyim’ diye düşünmeksizin açılabilmek. Zor bir şeydir bu. Doğru insanı bulmadan asla ruhunu gösteremezsin çünkü. Ancak bu konuşmalar da bir yere kadar gelip bir duvara dayanabilir: Seks duvarıdır o. O duvarı kaldırmanın yolu da sevişmektir. Orada da yine aynı içgüdü vardır, karşındakine bu kez bedenen çıplaklığını göstermek ve en özel anlarını -hatta toplumun bazı kesimleri için tabu olan ve sadece evlilik kurumu çatısı altında yaşanabilenleri- paylaşmaktır. Bu ikisi, kişileri rahatlatır, yaklaştırır birbirine. Ama konuşmak ve sevişmek  bile duvarları tamamen sıfırlamaz  -çünkü her insanın kendine bile açıklamaktan hoşlanmadığı gizleri vardır- ancak epeyce indirir.

(J. M. Coetzee – Paul Auster / Here and Now)


Bu yaşamda insana en çekici gelen şey duygudaşlıktır; hiçbir şey bize bir başkasının da bizim duygularımızı paylaştığını görmekten, anlaşılmaktan daha fazla mutluluk vermez. Bizim, yörüngesini cinselliğin belirlediği bir hayat akışımız yok. Hayatımızı bu temelli kurmadığımız için, daha kıymetli şeylerimiz var. Bahsi geçen olay, iki cins arasında yaşanıyor ise bundan söz etmemizde bir beis de yok.


Erkekler, kölece itaatimiz yerine, akılcı arkadaşlığımızı tercih edip zincirlerimizi kırmamıza cömertçe yardım etselerdi, bizlerin daha dikkatli kız çocuklara, daha duyarlı kız kardeşlere, daha sadık eşlere, daha akılcı annelere dönüşeceğimizi görürlerdi. O zaman onları daha gerçek bir sevgiyle severdik, çünkü kendimize saygı duymayı öğrenirdik.


Toplumda kadınsı olan her şey, birini aşağılamanın yolu olarak kullanılırken, cinsel pratikler kadın bedenine gönderme yapılarak birisi üzerinde egemenlik kurmanın, ondan intikam almanın veya ona bedel ödetmenin ifadesi haline dönüştürülmüştür. Yabancılaşmanın doğaya, emeğe ve (öteki) insana olmaktan öte, insanın kendi varlığına, bedenine – benliğine yönelik hale geldiği dünyada, biyolojik gelişim sürecimizi okumak veya bunu paylaşmak edepsizlik değildir. Bu bizi değersizleştirmez, size organınızı örnek vererek bizi aşağılama hakkı vermez.


Kadınlar, kasıtlı ve sistematik olarak önemsiz konular dışında akıl yürütmemek ve kendilerine has bir bakış açısı geliştirmemek üzere eğitilirler ama artık ”maymun” gözünü açtı! Hayatlarındaki tek var oluşları, tek özgüven kaynakları penis olan sizler, bize ve düşüncelerimize saygı duymayı öğreneceksiniz.


 

“Kadınların zihinlerini geliştirerek güçlendirirseniz, kör itaatin de sonu gelecektir; ama iktidar her zaman kör itaat aradığından tiranlarla hazcılar, doğru şeyi yapmaktadırlar. Ne de olsa tiranlar köle ister, hazcılarsa oyuncak!” Mary Wollstonecraft

 


Sevgili kadınlar, kendinizi yardıma muhtaç, bakılması, kollanması, kurtarılması gereken biri olarak görmeyin, düşüncelerinizi söylemekten, haklarınızı savunmaktan korkmayın. Buradan burayı okuyan kadın hukukçularımıza seslenmek istiyorum, lütfen ara ara geliniz, misafir olunuz ve bizleri haklarımız konusunda aydınlatınız.


 

Sindrella Kompleksi – Çağdaş Kadında Bağımsızlık Korkusu” Collette Dowling buradan indirebilirsiniz.

 

İkrah; tiksinmek, iğrenmek, bir şeyden sıdkı sıyrılma hissi.

 

”İnsan” olanlar tenzih edilerek yazılmıştır, sevgiler.