Sığla Ağacı, Günebakan ve Mitoloji
Oysa böyle olsaydı çalışmanın şu andaki düzenlenmesiyle, dünya dönmeyi bırakırdı. Nedeni çok basit: Çünkü bu iş zaman alır ve eleştirel aklı geliştirir, artık kimse çalışmaz olur. Bu yüzden, insanların zevkleri, beğenmediği şeyleri, kendilerini ilgilendiren meşgaleleri var; çünkü aksi halde toplum denen şey olmazdı. Olaylarla aşırı ilgilenenler, hatta öncelikle kendilerini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenenler ve insanların ilgisizliklerinin nedenlerini anlamak isteyenler, bunun bedelini yalnız kalarak öderler. Bknz. Ben.
Neden yolda yürürken bir ağaç gördüğünde onun altında oturup sadece soluklanmak varken oturur onun mitolojik öyküsünü bir saat hatırlamaya çalışır, “Hatırlamadan buradan kalkmak yok, anlatacağım banane!” deyip, yol arkadaşlarını alıkoyar ki bir insan? Ağacın altında uzanmış düşünürken, hikaye bir bir aklıma düşüverdi.
Mitolojide Apollon, sağlık, kehanet, sanat ve ışığın tanrısı olarak bilinir ama çoğu kaynakta güneş tanrısı olarak da geçer. Apollon’un ışık huzmeleriyle şekillenen birçok bitkinin efsanesi anlatılmaktadır. Işte bunlardan birisi de “sığla ağacı” dır. Sığla ağacı, halk arasında “günlük ağacı” olarak da bilinir. Marmaris, Muğla, Fethiye, Köyceğiz boyunca yetişen bu ağacın botanikteki adı, Liquidambar Oriaentalis. ”Hoş kokulu sıvı” anlamına gelen Likidamber, Latince ”likit” akıcı sıvı, Arapça ”amber” hoş koku kelimelerinin birleşiminden oluşmuş.
Gelelim ağacın hikayesine ve kerametine… Her zaman diyorum, adeta bir Dallas, Bir Game of Thrones, Bir Lannister Hanedanı olan mitolojideki bu olay da yine kaynağını fırtınalı bir aşktan ve intikamdan alıyor. Şimdi efenim olaylar olaylar, güzellik ve aşkın tanrıçası olan Afrodit fettanı, kocasını Ares’le aldatırken gece sonunda uyuyakalırlar. Sabah olup güneş doğunca, güneş tanrısı diye yukarıda anlattığım Apollon, ışıklarını süze süze geliiir ve bu kaçak aşıkların ihanetine tanık olur. Doğruu Afrodit’in aldattığı kocası Hephaistos’un yanına gider ve “Benden duymuş olma ama senin boynuzlar böyle böyle” tarzı gördüklerini anlatır.
Hephaistos’u okuyanlar bilir, kendileri demiri işleyen, tanrılara türlü afilli silahlar üreten bir zanaatkar. Günümüzde olsa zırhlı araçlar, doçkalar, bazukalar üreten ağır sanayi tanrısı olurdu. Eee, intikam almak için kolları sıvayan Hephaistos demirden görünmeyen bir ağ örüp yatağa serer. Afrodit ile Ares yine bir gece gizli gizli fikifiki yapmak için buluşunca, hoop diye çırılçıplak halde kıskıvrak ağa yakalanırlar. Afrodit utanç içinde kalır, olay sansasyon yaratır, günümüz magazin dünyasındaki gibi ağızdan ağıza konuşulur durur. Asıl olay bundan sonra başlar efenim.
Afrodit Apollon’un bu yaptığını unutmaz ve “Ben de senin ocağına incir ağacı dikeceğim ulan!” diyerekten intikam yemini eder. (Tabii incir değil, sığla ağacı olacaktır. )
Iki güzel kız kardeş vardır. Bunlar, Pers Prensesleri Leucothoe ve Klytie’dir. Klytie olan hanım kızımız, Apollon’a saplantılı derecede aşıktır. Apollon da ona karşı boş değildir, güneş ışınlarıyla onu okşayaraktan flört etmektedir. Yine bir gün Apollon, ışıklarıyla Klytie ile flört etmek üzere iken Klytie’nin kız kardeşi Leucothoe’yi görür.
Intikam için her fırsatı kollayan sinsirella Afrodit, tam o anda Apollon’u Leucothoe’ye delicesine aşık eder. Apollon, Leyla’nın Mecnun’u Aslı’nın Kerem’i misali aşkından deli divane olur. Güneş tanrısı, aşk sarhoşluğuyla gitmesi gereken yerlere gitmez, kara kışa sebep olur, kimi yerde sevdiğini görmek için fazla kalır ışığıyla ortalığı yakar kavurur. Felâket üstüne felaket yaşanır.
Bir gece Apollon “Yetti gayrı!” diyerek Leucothoe’nin annesi kılığında onun odasına süzülüverir. Sonra özüne dönüp tüm haşmetiyle dikilir karşısına. Gönlünü çelmek için seslenir tüm karizmasıyla; ” Ölçen benim yılların uzunluğunu. Canlılara şifa dağıtan, bütün olayları gören ve görülmesini sağlayan evrenin gözüyüm. İnan bana beğendim seni!”
Sonra tahmin edeceğiniz üzere olanlar olur, birlikte olurlar. Bunu duyan saplantılı aşığımız Klytie, kıskançlıktan deliye döner. Herkese olayı üzerine bin katarak anlatır ve babasına kızının biriyle aşnafişne yaptığını söyler. Leucothoe ne kadar yalvarsa da babası dinlemez, toprağa derince bir çukur kazar ve kızını içine gömer. Apollon deliye döner, üç gün üç gece kızı arar, bulamaz. Sonra gömüldüğü yerde bulur Leucothoe’yi ama nafiledir, kızı geri getiremez. Aşık olduğu zavallı prensesin bedenini sığla ağacına dönüştürür.
Sığla ağacının yağı günümüzde, kozmetik sektöründe güzellik için, yaraların iyileşmesi için vs kullanılır. Derler ki Leucothoe’nin bedeninde açılan yaraların kabuğu yaraları iyileştirmek için şifa olur, kabuğunun tütsüsü de kötü ruhları uzaklaştırır. Hatta güzelliği ile nam salmış Kleopatra, aşk ve güzellik iksiri olarak kullanmış. Ayrıca sığla ağacının yağı kokuyu içinde hapsetme özelliğinden dolayı günümüzde parfüm sanayisinde de kullanılmaktadır.
Yaaa efenim işte böyle. Saplantılı aşık Klytie’ye ne oldu diye sorarsanız: Apollon’u görebilmek için dokuz gün yemeden içmeden güneşi izlemiş, Tanrılar onun bu haline üzülüp acılarına son vermek istemişler. Önce kuruyup ince bir dala dönmüş vücudu, göbeğini sapsarı taç yaprakların kapladığı bir çiçek açmış başında. Başını sürekli güneşe çeviren ve güneş batınca boynunu büken günebakan çiçeğine (ayçiçeğine) dönüşmüüüş.
Bütün hikayeyi anlatıp, bu sayede biraz da soluklandıktan sonra, yol boyunca “vay anasını” diyerek, konu hakkında konuşup, tanrıları çekiştirerek yolumuza devam ettik.
Sığla ağacı ve ayçiçeği gördüğünüzde artık sıradan gözlerle bakamayacaksınız 🙂
Çok sıcak, yola devam. Görüşmek üzere efenim, kendinize iyi bakın!
Bence Athena'nın ruhu sende yasam bulmus 😘 Kalemıne saglım devamını beklerız 😘
Yazdıklarını okumaktan müthiş keyif alıyorum, kalemine sağlık. Konu mitoloji ve günebakan olunca da iyice ilgimi çekti.
Teşekkürler, sevgiler.
Ebru Özhamarat
Frederich'in bizim Fikirtepeli Fikri ile ot aramasına benzedi. O kim diyecen. Bu hikayenin trans şekli. Şimdi ve sonra ne zaman sarı çiçeğe sorsam en güzeli benim yarım demeden önce annen baban var mıdır der durur. Remixi de çıktı. Apollun sahnesi fakat çukurambar da. Sahne dansı da var Afrodit. Afro çi dît?
Mitoloji daima ilgimi çekmiştir.Bu yazınız da önceki yazılarınız gibi çok güzeldi.Yeni yazılarınızı dört gözle bekliyorum
Salome Hanim, yazinizi okurken cok eglendim. Yuzumdeki gulumsemeye sebep oldugunuz icin tesekkur ederim. Ayrica cok guzelsiniz, basarilar.
Seninle yaşamak gerçekten çok tuhaf olabiliyor 🙂
Türkçede ayçiçeği iken ingilizcede neden sunflower sayın blogger?
Ya ben asıl günebakanı duymadım kimseden sallamayın cumali bey
Ayçiçeği olarak lugata geçmesinin bir kökeni bir nedeni olmalı o zaman arkadaşlar.
Aman efendim siz nerede yaşıyorsunuz yahu!?
Buralar karıştı sanki 🙂 anketler açılmış ayçiçeği diyenler günebakan diyenler diye 🙂 Bizim merak ettiğimiz konu kelimenin kökeni, neden ayçiçeği denilmiş?
Dr. Yusuf Özçoban akademik makalesnde üç ihtimale ulaşır. 1. Aya dan yani yuvarlak, tabak benzeri çiçekten gelebilir. 2. Ayçiçeği belirtisiz isim tamlaması olabilir. Kökeni belli değil 3.aygün aydın çiçeği iken sadece ay kökü kalmış olabilir. Birinci ihitmalde birşey daha belirtir ki ben de bu fikirdeyim ay ve gün ışık kaynağıdır. Işık kaynağından geliyor olabilir zannımca.
@Kitaphani – Aftabgerdek Farsça’da mecusi ve zerdüştlerden dolayı Osmanlı kaynakları ayçiçeği isminin geldiğini belirtir. Türklerin Batı kolunun büyük kısmı Zerdüştlüğü benimsediğinden bu ismle Türkler arasında Anadolu da yayılmıştır.
Evet, Türkçede ayçiçeğidir. Muhtemel sebebi Türkçesi olmadığı içindir, TDK de bir yerinden element uydurma kaygisi ile ayçiçeği demiştir. Eger "güneşçiçeği" deselerdi çalıntı olduğu ortaya çıkar ve mota mot ceviri olur diye iz kaybettirme kaygısı ile bunu uygun görmüşlerdir. Orta Asya steplerinde ismi vardi da TDK kullanmadi mi? Yunanca, Farsça ve Kürtçe gibi o bitkinin yetiştiriciliğini yapan kültürlerin dilinden alınmış olma ihtimali çok yüksek.
Not: Kürtçe'de de gulberojk denir.
Yunancada da aynı anlam var: ἥλιος (hḗlios, “sun”) + ἄνθος (ánthos, “flower”)
Cumali Bey sesinizi alamadım, hı?
Heyy
Harikasınız
Bir şu Yunan tanrılarına bak; aşk, entrika, ihanet, erotizm,intikam, oyunlar, savaşlar, bir de bizimkine bak; “muhammedin evine gitme”, tamam gitmeyiz.
Yazı genel anlamda çok başarılı.. Homeros'tan bize çok güzel bir dil ile aktarmışsınız.. çok tatlı.. ancak hikayede sanki Klytie ablamızın biraz hakkı yenmiş gibi.. zira kendisi Apollon abimiz ile öyle platonik ve hafif karşıdan flörtlü bir aşk yaşamamıştır.. söylenen o'dur ki, bu ablamız ile Apollon abimiz kuytuluklarda inanılmaz bir aşka imzasını atar.. Ancak bizim Apollon ayran gönüllü.. Bizim Apollon "ya ben de bağlanamama şeysi var" kişisi.. Bizim Apollon "tatlım sorun sen de değil ben de" ci.. Tam bu şımşır kişiliğe yapılmayacak hamleyi yapar ablamız.. Her psikotik aşka tutulan kadın/erkek hatası.. aşırı ilgi ve kıskançlık.. bu sahiplenilmeye gelemeyen Apollon kıpçağı sahip olduğu ışığın hızı ile kaçar tabi.. (kör olasıca) tam o hızda iken Afrodit'in dürtüklediği Leucothoe ablamızı fark eder haliylen.. bu terk edilişi ve üzerine yaşadığı ihaneti kaldıramayan Klytie ablamız yemeden içmeden kesilir.. 9. Gün acıları ile beraber ölüme adım atar.. karnının üzerine bırakılan sarı çiçekler ile gömülür.. bir süre sonra o mezarda Güne Bakan filizlenir..
Şimdi gel gelelim Güne Bakan'a..
Yılın tam da bu mevsiminde, Temmuz sıcağında Trakya'nın dar yollarında arabayla giderken bu çiçeklerle bezeli muazzam bir yolculuk yaşarsınız.. özellikle Gönen yollarında. Trakyalılar çiçeğe Gündöndü demişlerdir. Ki, halen de söylemeye devam ederler. Kimileri derki Trakyalıların kendi içlerinde yaşayan, ve ötekiler die tabir edilen kesim inadına koymuştur Ayçiçeği ismini.. Kimi de der ki Ay'dan ötürü.. Çünkü Ay'ın aydınlık görünrn yüzü ışığını güneşten alır.. O da gündöndü gibi aşıktır bi çare güneşe.. kimi de trajikomik yaklaşır olaya.. Elif Şafak ablamızın Mahrem kitabında söylediği gibi.. sen altı üstü bir çiçeksin.. ben ise güneş.. sen kim ben kim.. kavurur güneş ve bize bir aşkın kavrulmuş çekirdeklerini çitlemek düşer.. bana kalırsa hüzünlüdür ayçiçeği.. aşkın başlangıçta kelebekler uçurduğu karnımıza, bitiminde dayanılmaz acıları sapladığı yerden yeşermiştir.. Klytie'nin karnından.. dönerse senindir kahvehane felsefesine mottodur.. dönmemiştir ve beraberinde sonsuza dek güneşe dönülen hale gelinmiştir.. ve yine bana kalırsa en güzel ismi eski Trakya kadınları vermiştir kendisine.. "Günaaaşık.." evet evet o 'a' illaki uzatılacak.. güzel bir yazımlama olmuş.. kalemin tükenmesin diyilesice.. Bir miti olabildiğince okunası bir dille betimlemişsin.. daha fazla uzatmadan kaçtım ben.. çayım soğuyor ve telden yazmak işkencesi bir şey.. 🙂 Baran Ferat..
Not: telden yazdığımdan ötürü kontrolsüz yazdım.. hatalar affola:)